Çeviri

Monday, February 17, 2025

Bir yazar, bir beyan, bir yangın!

2/213 ... Allah dilediği kimseyi doğru yola yönlendirir.

6/ 39 ... Allah dilediği kimseyi saptırır ve dilediği kimseyi de doğru yola getirir.

4/88 ... Ve Allah kimi saptırırsa artık ona yol bulamazsın.

Bu bölümün bu ayetlerle başlamasının sebebi, Allahu Teala'nın, ilmi, muhtelif vasıtalarla bütün ruhlara bahşetmiş olmasına rağmen, bütün ruhlara, bu ilmi tek bir enkarnasyon süreci içinde idrak ettirmek yerine farklı öğrenim ve deneyimlerin yer aldığı çoklu enkarnasyon süreçlerinde, aşamalı olarak idrak ettirmesi gerçeğine dayanmaktadır. Dolayısıyla ilmi, kimin ne zaman ( kaçıncı reenkarnasyon* safhasında ) idrak edeceginin tek belirleyicisi O'nun rızası ve iznidir.

( * Reenkarnasyon, bir ruhun, farklı cinsiyet, farklı kişilik ve farklı yaşam deneyimlerine tabi tutularak tekamül edebilmesi için defaatle bedenlenmesini ifade eden bir kelimedir. Dolayısıyla, her yeni doğum bir reenkarnasyondur. )

Bu bağlamda, sadece ilim sahibi olmanın doğru yolda olmak anlamına gelmediğini bildiren aşağıdaki ayet de büyük önem arzetmektedir. Zira dünyadaki daimi kaosun, kanın ve gözyaşının temel müsebbibi ilim üzerine sapmış, kendilerini üstün ve elit addeden inkarcı zümredir.

45/23 Hevesini ilahı edinen kimseyi görmez misin? ALLAH ONU İLİM ÜZERİNE SAPTIRIR. Kulağının ve kalbinin üzerine mühür basar. Gözünün üzerine perde oluşturur. Artık Allah’tan sonra onu kim yönlendirebilir? O halde hatırlamaz mısınız? )

Yukarıdaki ayetler, kısıtlı idrak ve bilgi seviyesi çerçevesinde kendisini ilim sahibi, aklı başında aydın bir şahıs adderek Allah'ı ve kitabını inkar edenler için geçerli olduğu kadar kendisini ilim sahibi, hidayete ermiş bir müslim zanneden ancak özde cahil ve inkarcı olan zalimler için de geçerlidir.

Yukarıda belirtilen iki insan kategorisinin karşılıklı muhalefetinin hazin bir neticesi olan 1993 yılındaki Madımak oteli kundaklama faciası, "Allah yolunda mücadele" ifadesinin anlamını ve en önemlisi "La ikrahe fid din" ( Dinde zorlama yoktur. ) ayetinin anlamını kavrayamamış, mücadelenin ilim yoluyla yapılması gerektiğini idrak edememiş cahil zalimler ve onlara imkan sağlayan münafıklar ( ikiyüzlüler )! sebebiyle vuku bulmuştur.

Ancak!

Toplumda kanaat önderi olmuş, aydın addedilen ve "yazar" kimliği bulunan bir şahsın, düşüncelerini, içinde yaşadığı toplumun sosyodemografik niteliğini dikkate almadan, kaba ve tahrik edici bir şekilde beyan etmesi de - "vakaya makul sebep" addedilmesi mümkün olmamakla birlikte - tetikleyici ve 35 kişinin ölümüne vasıta olan bir unsura dönüşmüştür. Zira bir "kelimenin" dahi nelere kadir olabileceği malumdur.

Kaynaklarda, Kur'an hocalığı yaptığı ve hatta hafız olduğu bilgisi yer alan söz konusu yazarın savlarının, herhangi birisininki gibi sıradan, yüzeysel, örneklemeden ve sofistik açıklamalardan yoksun olduğu görülmektedir. Madımak vakası öncesinde, 02.07.1993 tarihinde bir TV kanalında yayımlanan röportajındaki ifadeleri bu gerçeği yansıtan örnekler içermektedir. Röportajdaki bazı ifadeleri şöyledir.

"Ama Müslümanlara ve dinlere saygım var.", "Müslümanlara saygım var. Özellikle daha çok saygım var."

Saygılı olduğunu söyledikten bir süre sonraki sözleri ise şöyle olmuştur.

"Allahutaala'nın bu sözlerine ben inanmıyorum. ÇÜNKÜ BUNLARA İNANMAM İÇİN AKLIMI KAYBETMEM LAZIM. ..."

Kur'an'a inananların "aklını kaybetmiş" oldukları, yani deli veya aptal oldukları mealindeki bu sözlerden sonra izleyenlerden birisinin "Neden insanların fikrine saygı duymuyorsun?" diyerek müdahale etmesi üzerine cevaben şu sözleri sarfetmiştir.

"Duyuyorum işte. Gelsin... İNSANLARIN FİKRİNE SAYGI BENDE BU ...."

Yazarın, saygı kelimesinin tanımına ilişkin algısının da farklı olduğu anlaşılmaktadır.

"Allahutaala sizin Allahutaalanız. Benim Allahutaalam yok. Onun için ben diyorum ki, HİÇBİR SÖZ NEREDEN GELİRSE GELSİN DEĞERİNİ SİRKÜ ( çağlar boyu ) SÜRDÜREMEZ. ..."

"HİÇBİR SÖZ YOKTUR Kİ, KİMİN SÖZÜ OLURSA OLSUN BİN YIL GEÇERLİLİĞİNİ KORUSUN. ”

“ Ben de diyorum ki felsefe olarak hiç DÜNYA YÜZÜNDE HİÇBİR SÖZ YOKTUR Kİ DEĞERİNİ KAYBETMESİN. ..."

Yukarıda büyük harflerle yazılmış olan defaatle tekrarladığı ifadeler aydın bir yazara ait olması bir yana herhangi bir akil baliğ insana dahi ait olamayacak cümlelerdir. Zira, binlerce yıl öncesine ait nice sözlerin, deyimlerin, atasözlerinin, teoremlerin, teorilerin, formüllerin vb. zamandan münezzeh olarak bilimin temellerini oluşturduğu, insanlığa ışık tuttuğu, tutmakta olduğu ve tutacağı malumdur.

Roman gibi okuduğu anlaşılan Kur'an ile ilgili şu sözleri ise kitaba yüzeysel ve maddesel bakışının ve ilim konusundaki yetersizliğinin de bir yansıması niteliğindedir. Zira, kalbini ilme açmamış, "kalbiyle akletme" yeteneğini kazanmamışların, kelimelerdeki gerçek anlamları, teşbihleri, sembolizmi ve ilahi kozmik bilgileri sezmesi, idrak etmesi mümkün değildir.

"... birkaç tefsirini okudum.", "Tefsirleri okudum. Kur'an'ı çok... Kaç kez okudum."

"Bakalım şimdi o şeyden, bakın burada bir başyazı var, dün de yazdım, burada da cennet, cehennem üzerine... BAKIN, BURADAKİ CEHENNEM ÜZERİNE SÖZLER, BUGÜN GEÇERLİ MİDİR? Kuran'dan alınmış ayetler bunlar, bunlar... ”

Esasen her yaşam planında var olan "ruhsal hal düalitesini" temsil eden cennet ve cehennem kavramlarını ve ilgili müteşabih tanımlamaları zihninde maddeleştirdiği ve mekanlaştırdığı anlaşılmaktadır ki bu, bir idrak sınavı olan dünya hayatında en sık yapılan hatadır.

Netice itibarıyla, gerçek dinin özü "İyi" ve "Doğru" olmaktır. Bakara suresinin 177. ayetinde "İyilik" ve "Doğruluk" kavramlarının net tanımı verilmektedir.

2/177 Yüzünüzü doğu ve batı yönüne, doğrultusuna çevirmenizde İYİLİK yoktur. LAKİN İYİLİK, Allah’a, sonraki güne, meleklere, kitaba, habercilere inananlara, sevdiklerine, yakınlarına, yetimlere, yoksula, yolda kalmışa, dilenenlere, boyunduruk içindekilere sevgiyle mal verenlere, duaya kalkanlara, zekatı verenlere, ahdettiklerinde ahdlerini ifa edenlere, zorlukta, sıkıntıda, darlıkta ve zor savaş zamanında sabredenleredir. İŞTE ONLAR DOĞRUDURLAR ve işte onlar SAKINIRLAR. 

Yukarıdaki ayette yer alan "İyilik kriterlerine" haiz olunmadığı müddetçe, hiçbir sıfatın veya ünvanın geçerlilik kazanamayacağı, bu kriterlerden yoksun olan tarafların tartışmalarının meyve vermeyeceği ve daima hüsran ile sonuçlanacağı aşikardır.

No comments:

Post a Comment