İslami kültürde, doğrudan veya dolaylı ifadelerle Haberciden, Meleklerden üstün tutulan ve neredeyse Allah’a şirk koşulmak ( haşa ) suretiyle yüceltilen, ilahlaştırılan ve Efendi, Hazret, İmam, Gavs, Evliya, Şeyh vb. sıfatlarıyla nitelendirilen bazı şahsiyetler bulunmaktadır. Kula kulluk esasına dayalı bir düzen kurarak ( Yeni Dünya Düzeni ) insanları Allah yolundan ayırmayı ilke edinmiş küresel şirketler sahibi şeytanlar ve/veya onların yerel temsilcileri tarafından sevk, idare ve finanse edilen bu şahıslar, kendilerine vahiy geldiğini, ilham aldıklarını, keramet ehli kılındıklarını, rüyalarında ilahi bilgilerin kendilerine bahşedildiğini beyan etmek suretiyle muhtelif kitaplar yazmışlar ve çevrelerinde oluşan kitle vasıtasıyla da cemaatler, tarikatlar oluşturmuşlardır. Kibirden münezzeh olduklarını beyan eden bu şahısları, şirk ve zulüm günahına sokan kök etken ise maalesef tamamen kibire gark olmuş olmalarıdır. Allahu Teala, ilim kapısını, Kur’an vasıtasıyla tüm insanlara açmış olup, muhlis ve mü’min olarak bu kapıdan girmeyi, araştırmayı, öğrenmeyi ve tekamül etmeyi isteyenlere yardımını da daim kılmıştır. Allah’ın bu lütfu vesilesiyle bugün ilmi anlamda çok üst seviyelere yükselmiş birçok insan mevcuttur. Bu noktada insanları helake sürükleme riski olan en büyük etken ise ilim sahibi insanların, bahşedilen ilmin sadece kendilerine has olduğu hissiyatına kapılmaları, kendilerini ayrıcalıklı addetmeleri, kibirlenmeleri, özel ve seçilmiş olduklarına kendilerini ikna etmeleri, kendilerini diğer insanlardan farklı ve hatta üstün görmeleri, insanların kendilerini yüceltmeleri gerektiği inancına kapılmaları ve hatta kendilerini kutsanacak ilahi varlık addetmeleridir. Esasen Allah’ın yarattığı her bir mahluk zaten ilahi nitelik arzetmektedir. Bunun sebebi her varlığın, ilahi nizamın kusursuz işleyişinde Rab’bin kendisi için takdir ettiği vazifeyi ifa etmekte olmasıdır. Elbette ki varlıklar arasında, döngüsel olarak, sırayla her bir varlığın erişeceği ilmi ve ruhi dereceler bulunmakla birlikte bu dereceler, varlıkların birbirlerine üstünlük oluşturmaları için değil aksine birbirlerinin tekamülüne katkı vasıtası olması amacıyla tezahür etmektedir ki bu husus Kur’an’da açıkça bildirilmektedir
Bu bağlamda bir başka helak unsuru ise kendilerine
herhangi bir ilim bahşedilmemesine rağmen Allah’ın indinden ilim aldığını,
vahye nail olduğunu, Haberciler ile, Melekler ile ve hatta haşa Allah ile kelam
ettiğini beyan ederek uydurma kitaplar yazanlar ve bu yolla çevrelerindeki
insanları, kendilerine tabi olma yoluyla, dalalate ve helake sürükleyenlerdir
ki bugün birçok tarikatte maalesef bu kitapların ve/veya sözde imamların
söylemlerinin “esas-ı ilmiye” addedildiği görülmektedir.
Bölüm başlığındaki iki kategori sırasıyla aşağıdaki ayetlerde bildirilmiştir.
2/79 Fe VEYLUN LİLLEZİNE YEKTUBUNEL KİTABE Bİ EYDİHİM SUMME YEKULUNE HAZA MİN İNDİLLAHİ li yeşteru bihi semenen kalila fe veylun lehum min ma ketebet eydihim ve veylun lehum min ma yeksibun
( VAY O KİTABI ELLERİYLE YAZANLAR VE SONRA onu az değere satmak için "BU ALLAH’IN İNDİNDENDİR.” diyenler için. Vay onlara o elleriyle yazdıklarından ve vay onlara o kazandıklarından. )
45/23 Fe raeyte men ittehaze ilahehu hevahu ve EDALLEHULLAHU ALA İLMİN ve hateme ala sem'ihi ve kalbihi ve ceale ala besarihi ğişaveh fe men yehdihi min ba'dillah e fe la tezekkerun
( Hevesini ilahı edinen kimseyi görmez misin? ALLAH ONU İLİM ÜZERİNE SAPTIRIR. Kulağının ve kalbinin üzerine mühür basar. Gözünün üzerine perde oluşturur. Artık Allah’tan sonra onu kim yönlendirebilir? O halde hatırlamaz mısınız? )
Bu hususta muhtelif şahsiyetlere ait bir çok kitap mevcut olmakla birlikte aşağıda yer alan birkaç örnek, islami kültürde muteber olan, İslâm alimi, düşünür, mutasavvıf, yazar ve şair olarak anılan Muhyiddin İbn-el Arabi’nin, kendisine yazdırılmış olduğunu beyan ettiği, çoğunlukla Kur’an ayetlerindeki ifadelerin tekrarlarını içeren ve giriş bölümünde yetkili mercilerdeki bazı şahsiyetlerin yazılarının da bulunduğu bazı kitaplardan alıntıları içermektedir. Alıntılardaki “Ben” veya kendisine işaret eden “Sen” ifadeleri, “Gaybı müşahede!” iddiası ve “yazılanın Allah’ın kelamı ile eşdeğer” addedilmesi dikkat çekmektedir.
“Fakîr derim ki, FUSUSU’L HİKEM’İN DAHİ KELAMULLAH GİBİ İKİ HASSİYETİ VARDIR: إِلَّا الْفَاسِقِينَ يُضِلُّ بِهِ كَثِيرًا وَيَهْدِي بِهِ كَثِيرًا وَمَا يُضِلُّ بِهِ (Bakara, 2/26) [O, Kur’ân sebebiyle çok kimseleri ıdlâl eder ve çok kimselere hidâyet verir; ve dalâlete düşenler ancak fâsıklardır.] Ya’ni okuyanların bir kısmı hidâyete vâsıl olur, bir kısmı da dalâlete düşer. Kur’ân-ı Kerîm bu hâssiyetleri câmi’ olmakla berâber onu mütâlaa ve kırâat eden kimseyi men’etmek câiz değildir. Zîrâ Kur’ân bir mihekdir; altın ile bakır ayrılmak için gelmiştir. Fusûsu’l-Hikem dahi öylece bir mihekdir.”
Füsusul Hikem
“Bu girişi yazarken, celal mertebesinde gerçeklerin misal
aleminde, GAYBI MÜŞAHEDEDE gaybı müşahedede kalbi bir keşifle ONU GÖRDÜM. BEN
onu ( s.a.v. ) sözü edilen alemde maksatları korunmuş, müşahedeleri sakınılmış,
yardım edilmiş, desteklenmiş EFENDİMİZ OLARAK GÖRDÜM. Bütün peygamberler önünde
dizilmiş, ümmeti de – ki onlar en hayırlı ümmettir – etrafında toplanmıştı.
Hizmet melekleri makamının tahtının etrafında dönüyordu. Amellerden doğan
melekler ise önünde saf tutmuştu.....”
“EN YÜCE EFENDİ, en tatlı ve hoş kaynak, EN AÇIK VE PARLAK NUR, YÖNELDİ VE HÜKÜMDE BENİMLE ARASINDAKİ ORTAKLIK NEDENİYLE HATEM’İN ARDINDAN BENİ GÖRDÜ.”
“BANA O VAKİTTE HİKMET VERGİLERİ BAHŞEDİLDİ. Sanki bütün hakikatleri toplama özelliği ( cevamiul kelim ) verilmişti bana.”
“Hz. Peygamber, önder olduğu için - zira onun için önyön gerçekleşmiştir – herhangi bir iz görmez ve onu bilmez. SEN İSE onun ardından gittiğinde o izi görür ve GÖREMEDİĞİ ŞEYİ GÖRÜRSÜN.”
“Sonra RUHÜL KUDÜS İLE DESTEKLENDİM* VE SÖZ BAŞLADIM.”
*Kur’an ayeti ifadesi olan bu cümle açıkça habercilik iddiasıdır.
Futuhat-i Mekkiye
Allahu Teala'nın takdiriyle biraz ilim bahşedilen, rüyalar vasıtasıyla bazı mesajlar iletilen, bazı öngörülere haiz kılınan herkesin - ki döngü sonunda bu durum yoğunlaşır - "Ben seçildim", "Bana ilahi görev verildi", "Bana resullük tevdi edildi" diyerek vahiy ürünü olduğunu iddia ettiği kitaplar yazması ve kibirlenerek kendini ayrıştırmaya kalkması durumunda oluşacak kaosu tahayyül etmek elbette zor değildir. İlim, insanlar arasında uluviyet ve uluhiyet vasıtası olarak değil rabıta ve cem vasıtası olması amacıyla bahşedilmektedir. Bunun en sarih örneği kendilerine ilim, kitap ve mucize nimetleri verilmiş haberci resullerin, vazifeleri olduğu üzere, bu nimetleri bir üstünlük vasıtası olarak değil birliktelik ve birlikte hidayete erişebilme vasıtası olarak değerlendirmeleridir. Hz. Muhammed'in, şirk uyarısı da içeren söyleminin yer aldığı aşağıdaki ayetler bu hususa işaret etmektedir.
6/50 De ki: "Size Allah’ın hazineleri benim indimdedir." demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Size, kesinlikle ben meleğim de demiyorum. Kesinlikle ben ancak o bana vahyedilene tabi oluyorum." De ki: "Kör ile gören eşit midir? Fikretmez misiniz?"
18/110 De ki: "Kesinlikle ben aynınız gibi insanım. Bana, kesinlikle ilahınızın tek ilah olduğu vahyediliyor. O halde, Rab’bine kavuşmayı ummakta olan kimse, artık iyi iş yapsın ve Rab’bine kullukta hiçbir kimseyi ortak koşmasın."
Not: Kaynaklar incelendiğinde Muhyiddin İbn Arabi ile ilgili olduğu iddia edilen başka ifadelerin de olduğu görülmektedir. Araştırılabilir.
https://kuranilmi.blogspot.com/2019/12/alim-denilen-zalimler.html
https://kuranilmi.blogspot.com/2018/12/mesnevi-beyitlerinde-dikkat-ceken.html
https://kuranilmi.blogspot.com/2022/09/tarikat-meselesi.html
No comments:
Post a Comment