Çeviri

Tuesday, June 16, 2020

Hadis meselesi

"Hadis" keimesi "Haber, Söz" anlamına gelen bir kelime olup, "Hadise" ( Olay ) kelimesi de aynı kökten türemiştir. İslami kültürde "Hadis" kelimesi, vuku bulan bir olay veya bir olgu hususunda Habercinin sarfettiği ibret alınacak söz olarak bilinmektedir.  

Çok güzel ve ibret alınması gereken hadisler mevcut olmakla birlikte zaman içerisinde hadis konusu özünden saptırılmış ve tarikatler tarafından Kur'an'ın anlaşılabilmesi için olmazsa olmaz bir koşul olarak algılatılmaya başlanmıştır. Hatta bazı cemaatlerde ve tarikatlerde "Hadisin Kur'an'a ihtiyacından ziyade Kur'an'ın hadise ihtiyacı vardır." veya "Kur'an müslümanlığı sapıklıktır." gibi söylemlerde de bulunulmuştur. Elbetteki bu durum, haberciyi ve dolayısıyla kendilerini Allah'a ortak koşmak isteyen ve bu yolla iyi niyetli masum insanlar üzerinde tahakküm kurarak nefsani menfaat sağlamaya çalışan ve küresel şeytanların ajanı konumundaki din istismarcılarının icraatlarının bir sonucudur.  

Ayrıca yine din istismarcıları tarafından Habercinin ömrünün sarfetmeye vefa edemeyeceği kadar çok hadis ortaya atılmış ve bunlar muhtelif isimli kitaplar halinde topluma arz edilmiştir. 

Kur'an, hadis konusuna ilişkin çok açık ayetler içermektedir.

Tur suresinin aşağıdaki ayetlerinde gerçek hadisin Allahü Teala tarafından Haberciye vahyedilen ve Kur'an ayetlerini oluşturan hadisler olduğu bildirilmektedir.

52/33 - Em yekulune tekavveleh bel la yü'minun ( "Onu uydurup söyler." mi derler? Bilakis inanmazlar. )
52/34 - Fel ye'tu bi HADİSİN mislihi in kanu sadikın ( O halde, eğer doğru iseler, onun aynısı gibi SÖZ getirsinler. )

Vakia suresinin aşağıdaki ayetlerinde ise ayetlerde yer alan Allah kelamının yani gerçek hadisin müşrik inkarcılar tarafından küçümsendiği, itibarsızlaştırıldığı bildirilmektedir.

56/80 - Tenzilun min rabbil alemin ( Alemlerin Rab’binden indirilmiştir. )
56/81 - E fe bi hazel HADİSİ entüm mudhinun ( O halde sizler bu SÖZÜ mü küçümseyenlersiniz? )

Zümer suresinin 23. ayetinde ise "Ahsenel hadis"'in ( En güzel söz ) Allah'ın kelamından oluşan Kur'an ayetleri olduğu bir kez daha vurgulanmaktadır.

39/23 - Allahü nezzele AHSENEL HADİSİ kitaben müteşebihen mesaniye takşeırru minhü cüludüllezıne yahşevne rabbehüm sümme telınü cüludühüm ve kulubühüm ila zikrillah zalike hüdellahi yehdı bihı men yeşa' ve men yudlilillahü fe ma lehu min had
( EN GÜZEL SÖZÜ, benzetmeli ikili kitap olarak Allah indirdi. O Rab’lerinden korkanların O’ndan derileri ürperir. Sonra Allah' ın hatırlamasına derileri ve kalpleri yumuşar. Bu Allah' ın yönlendirmesidir. Onunla dilediği kimseyi yönlendirir. Allah kimi saptırırsa, artık ona yönlendiriciden yoktur. )

Yunus suresinin 15. ayetinde ise nefsaniyetlerine ters olduğu için Kur'an'ı reddedenlerin misali verilmektedir.

10/15 - Ve iza tütla aleyhim ayatüna beyyinatin kalellezine la yercune likaenE'Tİ BİR KUR'ANİN ĞAYRİ HAZA EV BEDDİLH kul ma yekunü lı en übeddilehu min tilkai nefsı in ettebiu illa ma yuha ileyy innı ehafü in asaytü rabbi azabe yevmin azım
( Ve onlara ayetlerimiz açık deliller olarak okunduğunda, o bize kavuşmayı ummayanlar "BUNDAN BAŞKA KUR'AN GETİR VEYA ONU DEĞİŞTİR." dediler. De ki: "Benim için onu bundan kendimce değiştirmek olmaz. Kesinlikle ben ancak o bana vahyedilene tabi olurum. Eğer Rab’bime isyan edersem, kesinlikle ben büyük günün azabından korkarım." )

Bazı hadis kitaplarında yer alan ve Resulullah Hz. Muhammed'in sarfettiği belirtilen bazı sözleri;

Hadis 1

Yâ Rasûlallah, biz senin gibi değiliz. Allah senin olmuş olacak günâhlarına mağfiret etmiştir, derlerdi de, öfke alâmeti yüzünde bilinecek kadar kızar ve ondan sonra da: "En ziyâde takvalınız ve Allah'ı en çok bileniniz, şübhesiz ki benim." buyururdu." ( Sahihi Buhari - Sayfa 54 )

Öncelikle bu cümle İslamın özüne ve Resulün tabiatına ters olan "nefsaniyet" ve "kibir" olgularını içeren bir cümledir. Zira, "Takva seviyesinin" ve "Allah'ı bilme seviyesinin" ( haşa ) insanlar tarafından takdirinin mümkün olmadığı, böyle bir değerlendirme yapılamayacağı, Allahü Teala'nın anlayışlara ve kavrayışlara sığmayacak kadar yüce olduğu resul ve muhlis mü'minler tarafından çok iyi bilinmektedir. İnsanlar Allah kelamına Resul vesilesiyle nail olmuş olsalar bile ve Resul elbetteki daha bilgili olsa dahi Resulün, vermek istediği mesajı böyle kibir dolu bir cümle ile vermeyeceği düşüncesi tezahür etmektedir. Zira hadise göre Resul bilgi seviyesinin yanısıra "Takva seviyesinden" de bahsetmektedir ki takva ( sakınma ) seviyesi ancak Allahü Teala tarafından takdir edilebilir. Hz. Muhammed'in ayetlerde yer alan şu sözleri zaten durumu ortaya koymaktadır.

6/50 - Kul la ekulü leküm ındı hazainüllahi ve la a'lemül ğaybe ve la ekulü leküm innı melek in ettebiu illa ma yuha ileyy kul hel yestevil a'ma vel besır e fe la tetefekkerun
( De ki: "Size Allah' ın hazineleri benim indimdedir." demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Size, kesinlikle ben meleğim de demiyorum. Kesinlikle ben ancak o bana vahyedilene tabi oluyorum." De ki: "Kör ile gören eşit midir? Fikretmez misiniz?" )

18/110 - Kul innema ene beşerun mislüküm yuha ileyye ennema ilahüküm ilahün vahid fe men kane yercu likae rabbihı fel ya'mel amelen salihan ve la yüşrik bi ıbadeti rabbihı ehada
( De ki: "Kesinlikle ben aynınız gibi insanım. Bana, kesinlikle ilahınızın tek ilah olduğu vahyediliyor. O halde, Rab’bine kavuşmayı ummakta olan kimse, artık iyi iş yapsın ve Rab’bine kullukta hiçbir kimseyi ortak koşmasın." )

Hadis 2

"Rasûlullah yine o sözü tekrar ettikten sonra: - Ey Sa 'd, bir adama, Allah onu yüzü koyun ateşe atmasın diye başkasını daha ziyâde sevdiğim hâlde ihsanda bulunduğum olur, buyurdu. Bu hadîsi Zuhrî'den Yûnus, Salih ibn Keysân, Ma'mer ibn RâĢid ve Zuhrî'nin erkek kardeĢinin oğlu Muhammed ibn Abdillah da rivayet etti." ( Sahihi Buhari - Sayfa 65 )

Allah'ın bir insanı "ateşe atması veya atmaması" ( yani tekamüle erdirmeyip tekrar kaba madde alemi dünyada enkarne ettirmesi veya ettirmemesi ) sadece Allahü Teala'nın bilgisi ve yetisi kapsamındadır. Dolayısıyla hiçbir resulün ve hiçbir varlığın, Allah'ın tasarrufunu tahmin edebilmek ve onu etkileyip değiştirebilmek gibi bir yeteneği söz konusu değildir. Ayrıca "resulün kimi daha fazla veya daha az sevdiğinin" ruhsal tekamül sürecindeki önemi ve işlevi de sorgulanabilir bir olgudur.

Hadis 3

Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Her kim îmânından dolayı ve ecrini yalnız Allah'tan umarak kadr gecesini tâatle geçirirse, onun lehine geçmiş günâhları mağfiret olunur" buyurdu.( Sahihi Buhari - Sayfa 77 )

Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Her kim ramazânda îmânı sebebiyle ve ecrini yalnız Allah'tan umarak nafile ibâdetlerle uğraşırsa, kendisi lehine, geçmiş günâhları mağfiret olunur" ( Sahihi Buhari - Sayfa 79 )

Bir insanın günahlarının hangi koşullarda ve nasıl affedileceğinin bilgisi sadece ve sadece Allahü Teala'nın indindedir. Ayrıca ilahi nizamda, belirli bir zaman dilimindeki icraatlara bağlı tarifeli mağfiret mekanizması da söz konusu değildir.

74/56 - Ve ma yezkurune illa en yeşaallahü hüve ehlut takva ve ehlul mağfireti
( Ve Allah' ın dilemesi haricinde hatırlayamazlar. Sakındırmanın ve affın sahibi O'dur. )

Hadis 4

Ona da Ebû Saîd Hudrî haber verdi ki, kendisi Rasûlullah(S)'dan şöyle derken işitmiştir: "Bir kul müslümân olur ve müslümânlığı da güzel olursa, Allah onun evvelce işlemiş olduğu her kötülüğünü örter. Ondan sonra sıra kısasa (yânî mükâfat ve mücâzâta) gelir. Bir hasene, ondan yedi yüz kat büyük hasene ile; bir seyyie (yânî kötülük) ise, yalnız kendi misli ile karşılanır: meğer ki Allah o seyyieyi afveder. ( Sahihi Buhari - Sayfa 85 )

Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Biriniz İslâm'a girişini güzel yaparsa, yapacağı her bir hasene, kendisi lehine on mislinden yedi yüz katına kadar büyük derecelerle yazılır; yapacağı her bir seyyie ise, ancak kendi misli ile yazılır" ( Sayfa 86 )

Hadise göre "iyiliğin karşılığı yapılanın on ile yedi yüz katı arasında karşılık bulur, kötülüğün karşılığı ise yapılanın aynısıdır." Bu hadis, anlam ve on sayısı açısından ayetle uyum arzetmekle birlikte hadisteki "yedi yüz" sayısının kaynağı mechuldür. Zira Kur'an'da böyle bir sayı zikredilmemekte, "iyiliğin kat kat karşılığının olduğundan" bahsedilmektedir. Ancak yedi yüz sayısının nümerolojik değeri olan yedi sayısının Kur'an'da zikredilmekte olması dolaylı bir ilinti oluşturabilir.

34/37 - Ve ma emvalüküm ve la evladüküm billetı tükarribüküm ındena zülfa illa men amene ve amile salihan fe ülaike lehüm cezaüd dı'fi bima amilu ve hüm fil ğurufati aminun
( Ve mallarınız ve çocuklarınız sizi indimize yakınlık sağlayarak yaklaştıracak değildir. Ancak o inanmış olanlar ve iyilik yapmış olanlar, işte onlar, o yaptıklarının onlara kat kat karşılığı vardır. Onlar köşkler içinde güvendedirler. )

42/40 - Ve cezaü seyyietin seyyietün mislüha fe men afa ve asleha fe ecruhu alellah innehu la yühıbbüz zalimın
( Ve kötülüğün karşılığı, aynısı gibi kötülüktür. Ama kim affederse ve iyileştirirse onun ödülü Allah’a dır. Kesinlikle O zalimleri sevmez. )

Hadis 5

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem) İn Hadîsine Tazim Ve Ona Muarız Olanı Tehdid Babı 12) El-Mikdam b. Ma'dîkerib el-Kindiy (Radiyallahu anh)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki : "Süslü tahtına - koltuğuna - yaslanmış adama, benim hadislerimden birisi okunur da o (kişi) nin, vaziyetini hiç bozmadan «Bizlerle sizler arasında Allah Teâlâ'nm Kitabı vardır. Ondan bulduğumuz helâl şeyleri, helâl sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz." (Yani bu hadis Kur'an'da bulunan hükümlerin dışındadır. Onun için bu hadise itibar etmeyiz.) diyebilme zamanı yaklaşmıştır. Sizleri ikaz ediyorum! (Kur'an-ı Kerim'-de bulunan bütün hükümler haktır.) Ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in haram kıldığı şeyler Allah Taâlâ'nm haram kıldığı şeyler gibidir. ( Kitab ve Sünnet arasında bir ayırım yapılamaz. ) ( Süneni İbni Mace )

Hadiste, Resulün sözünün Kur'an ayeti hükümde olduğu söylenmektedir. Bu söylemin şirk tezahürü olduğu açıktır. Üstelik hadiste "Helal ve haram kavramlarının kitaba göre olması gerektiğini " belirtenlere Resulün tepki gösterdiği iddia edilmektedir. Oysa Tahrim suresinin 1. ayeti bu konuda Resule açık bir uyarıda bulunmaktadır.

66/1 - Ya eyyühen nebiyyü lime tüharrimu ma ehallellahu leke tebteğıy merdate ezvacike vallahü ğafurun rahımun
( Ey haberci, eşlerinin rızasını arayarak, Allah' ın sana helal kıldığını neden haram kılıyorsun? Allah affedendir merhametlidir. )

Hadis 6

Ebu Zerr (Cündeb İbnu Cünade el-Gıfari) (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bana Cebrail aleyhisselam gelerek "Ümmetinden kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer" müjdesini verdi" dedi. Ben (hayretle) "zina ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sordum. "Hırsızlık da etse, zina da yapsa" cevabını verdi. Ben tekrar: "Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha!" dedim. "Evet, dedi, hırsızlık da etse, zina da yapsa!" Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) dördüncü keresinde ilave etti: "Ebu Zerr patlasa da cennete girecektir". ( Buhari, Tevhid 33; Müslim, İman 153, (94); Tirmizi, İman 18, (2646) )

Hadiste "Hırsızlık ve zina yapılsa dahi cennete girilebileceği" belirtilmektedir. Mağfiret Allah'a mahsus olup neyin affedilip neyin affedilmeyeceğini Allah bilse de bir resulün "serbestlik verir" gibi böyle bir beyanda bulunması düşündürücüdür. Zira her iki konu da Kur'an'da zikredilmiştir.

5/38 - Ves sariku ves sarikatü faktau* eydiyehüma cezaen bima keseba nekalen minellah vallahü azızün hakım
( Ve hırsızlık eden erkeğin ve kadının, o kazandıklarına karşılık, Allah’tan şiddetli ibret azabı olarak artık ellerini kesip ayırın*. Allah yücedir hakimdir. )

* Ayetteki "Aktau eydiyehüm" ( Ellerini kesin, ayırın ) ifadesi, hem elde iz bırakacak şekilde kesik atılması hem de faili hırsızlık yapmaktan men etme anlamlarını içermektedir.

60/12 - Ya eyyühen nebiyyu iza caekel mü'minatü yubayi'neke ala en la yuşrikne billahi şey'en ve la yesrıkne ve la yeznine ve la yaktülne evladehünne ve la yet'ine bi bühtanin yefterinehu beyne eydihinne ve erculihinne ve la ya'sıyneke fi ma'rufin fe bayi'hünne vestağfir lehünnallahe innallahe ğafurun rahiım
( Ey haberci, inanan kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını, hırsızlık yapmayacaklarını, zina etmeyeceklerini, çocuklarını öldürmeyeceklerini, elleri ve ayakları arasında uydurdukları iftirayı getirmeyeceklerini ve sana iyilikte isyan etmeyeceklerini beyan ederek sana geldiklerinde beyanlarını al. Onlara Allah’tan af iste. Kesinlikle Allah affedendir merhametlidir. )

24/2 - Ez zaniyetü vez zanı feclidu külle vahıdin minhüma miete celdetin ve la te'huzküm bihima ra'fetün fı dınillahi in küntüm tü'minune billahi vel yevmil ahır vel yeşhed azabehüma taifetün minel mü'minın
( Zina eden kadın ve zina eden erkek, onlardan her birinin derisine yüz kez vurun. Eğer Allah’a ve sonraki güne inananlar iseniz, Allah' ın dini hakkında, onlardan dolayı sizi merhamet, acıma almasın.İnananlardan bir grup da onların azaplarına şahitlik etsinler. ) 

Mevahib-i Ledünniyye isimli hadis kitabında ise Allahü Teala'nın kelamı olduğu! iddiasıyla ve adeta Hz. Muhammed'i diğer resullerden üstün algılatmak amacıyla kasıtlı olarak zikredilmiş ifadeler yer almaktadır. Oysa ki Bakara suresinin 136. ayeti habercilerin, resullerin birbirleriyle karşılaştırılamayacaklarını ve ayrıştırılamayacaklarını bildirmektedir.

2/136 - Kulu amenna billahi ve ma ünzile ileyna ve ma ünzile ila ibrahıme ve ismaıyle ve ishaka ve ya'kube vel esbatı ve ma utiye musa ve ıysa ve ma utiyen nebiyyune min rabbihim la nüferriku beyne ehadin minhüm ve nahnü lehu müslimun
( "Allah’a  ve o bize indirdiğine ve o İbrahim’e ve İsmail’e ve İshak’a ve Yakub’a ve torunlarına indirdiğine, o Musa’ ya ve İsa’ya verilene ve Rab’lerinden o habercilere verilene inandık. Aralarında onlardan hiçbirini ayırmayız ve bizler O'na teslim olanlarız." deyin. )

Mevahib-i Ledünniyye'den alıntılar;

"Âdem aleyhisselam, Arş’ta gördüğü nurun mahiyetini sual etti. Hak teâlâ buyurdu ki: (Bu nur, gökte Ahmed, yerde Muhammed denilen, zürriyetinden bir peygamberin nurudur. O olmasaydı, seni de, yer ve gökleri de yaratmazdım.)

Allahü teâlâ, yine hadis-i kudsîlerde buyuruyor ki: (Yâ Âdem, Muhammed aleyhisselamın ismiyle her ne isteseydin, kabul ederdim. O olmasaydı, seni yaratmazdım.)

(Ey Resulüm, İbrahim’i halil [dost], seni de habib [sevgili] edindim. Senden daha sevgili hiçbir şey yaratmadım. Senin, benim indimdeki yüksek derecenin bilinmesi için, dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım.)

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Âdem aleyhisselam Cennetten çıkarılınca, “Yâ Rabbî, Muhammed aleyhisselamın hürmetine beni affet” diye dua etti. Allahü teâlâ ise, [ne cevap vereceğini bildiği hâlde, cevabını diğer insanların duyması için] “ Yâ Âdem, onu henüz yaratmadım. Nereden bildin?” buyurdu. Âdem aleyhisselam da, “Arşta, La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah yazılı olduğunu gördüm. Anladım ki, şerefli isminin yanına, ancak en çok sevdiğinin, en şerefli olanın ismini layık görürsün” dedi. Allahü teâlâ buyurdu ki: “ Yâ Âdem, doğru söyledin. O, bana insanların en sevgilisidir. Onun hürmetine dua ettiğin için seni affettim. Eğer Muhammed aleyhisselam olmasaydı, seni yaratmazdım.”) "

Hz. Muhammed'e "Kainatın Efendisi" tanımlamasının yapılması ve ilahlaştırılması da son yıllarda planlı ve kasıtlı olarak tezahür eden bir şirk uygulamasıdır. Şüphe yoktur ki kainatın efendisi, onun yaratıcısı olan Allahü Teala'dır. ( Bu husus Fatiha suresinin 2. ayetindeki "El hamdü lillahi rabbil alemin" ( Övgü alemlerin Rab'bi Allah içindir." ) ifadesiyle de sabittir. )

Söz konusu şirk eylemi Mesih İsa'nın konu edildiği Maide suresinin 116. ayetinde misallendirilmektedir.

5/116 - Ve iz kalellahü ya iysebne meryeme e ente kulte lin nasittehızunı ve ümmiye ilaheyni min dunillah kale sübhaneke ma yekunü lı en ekıle ma leyse lı bi hakk in küntü kultühu fe kad alimteh ta'lemü ma fı nefsı ve la a'lemü ma fı nefsik inneke ente allamül ğuyub
( Ve zamanında Allah "Ey Meryemoğlu İsa, sen mi insanlara "Beni ve annemi, Allah’tan başka iki ilah edinin" dedin?" dedi. "Yücesin sen, benim için gerçek olmayanı söylemek olmaz. Eğer onu demiş olsam, sen onu bilirdin. Sen benim nefsimde ne varsa bilirsin ve ben senin nefsinde olanı bilmem. Kesinlikle sen, sen gaybları bilensin." dedi. )







































Monday, June 15, 2020

Dunning - Kruger Sendromu

New York Cornell Üniversitesi öğretim üyesi olan iki psikolog Justin Kruger ve David Dunning 1999 yılında algıda yanılgı ve yanlılık sendromunu tanımlamışlar ve 2000 yılında bu çalışmalarından dolayı Nobel Ödülü almışlardır. Algıda yanılgı ve yanlılık sendromu halk arasında "Cahil Cesareti" olarak anılan olgu olup, psikoloji biliminde ise "Dunning - Kruger Sendromu" olarak anılmaktadır. Dolayısıyla Cahil Cesareti deyip geçilen bu husus aslında tedavi gerektiren ciddi bir psikolojik hastalıktır.

Dunning - Kruger Sendromu mağdurları başlıca şu belirtileri arzederler.

1- Bilgi ve algı seviyesi olarak düşük nitelikli olduklarını farketmezler ve durumlarını inkar ederler.
2- Mevcut düşük niteliklerini abartma, kibirlenme ve muhatabı üzerinde tahakküm kurma eğilimi sergilerler.
3- Kendilerine göre daha bilgili ve daha yüksek algı seviyeli insanları algılamaktan ve onları gerektiği gibi nitelendirmekten, değerlendirmekten de acizdirler.
4- Bilgi eksikliğine ve buna bağlı algı zafiyetine rağmen konuştukları konuya tam hakimmiş izlenimi yaratmaya çalışırlar ve hatta aşağılayıcı sözler sarfetmek suretiyle muhtaplarıyla sert tartışmalara dahi girebilirler. Ayrıca tartıştıkları konuya ilişkin gerekli delilleri ortaya koymaktan da acizdirler.
5- Bilgi ve algı eksikliğinin giderilmesini de içeren psikolojik terapi akabinde bu düşük nitelikli insanlar, durumlarının farkına varmaya başlarlar.

Dunning-Kruger Sendromu, Kur'an ayetlerinde muhtelif konulu misaller vesilesiyle bildirilmiş ve inananlar uyarılmıştır.

2/18 - Summün bükmün umyün fe hüm la yarciun
( Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar dönmezler. )

2/11 - Ve iza kıle lehüm la tufsidu fil ardı kalu innema nahnü müslihun
( Ve onlara "Yerde bozgun yapmayın." denildiğinde, "Kesinlikle bizler iyileştirenleriz." derler. )

2/12 - E la innehüm hümül müfsidune ve lakin la yeş’urun
( İyi bilin ki kesinlikle onlar bozgunculardır ve lakin farketmezler. )

2/78 - Ve minhüm ümmiyyune la ya'lemunel kitabe illa emaniyye ve in hüm illa yezunnun
( Onlardan okuma yazma bilmeyenler, kitabı saplantılı istekleri haricinde bilmezler. Kesinlikle onlar ancak zannederler. )

6/116 - Ve in tütı'eksera men fil erdı yüdılluke an sebılillah in yettebiune illez zanne ve in hüm illa yahrusun
( Ve eğer yerdeki kimselerin çoğunluğuna itaat edersen, seni Allah yolundan saptırırlar. Kesinlikle ancak zanna tabi olurlar ve kesinlikle onlar ancak saçmalarlar. )

41/26 - Ve kalellezine keferu la tesmeu li hazel kur'ani velğav fıhi lealleküm tağlibun
( Ve o inkar edenler "Bu Kur'an' ı dinlemeyin ve okunurken boş konuşup gürültü yapın. Umulur ki yenersiniz." dediler. )

22/3 - Ve minen nasi men yücadilü fillahi bi ğayri ılmin ve yettebiu külle şeytanin merıd
( Ve insanlardan Allah hakkında ilimsizce mücadele eden kimse, her asi azgın şeytana tabi olur. )

22/8 - Ve minen nasi men yücadilü fillahi bi ğayri ılmin ve la hüden ve la kitabin münır
( Ve insanlardan kimi, ilimsizce, yönlendirme olmadan ve aydınlatıcı kitap olmadan Allah hakkında mücadele eder. )

30/29 - Bel ittebeallezıne zalemu ehvaehüm bi ğayri ılm fe men yehdı men edallellah ve ma lehüm min nasırın
( Bilakis kesinlikle o zulmedenler ilimsizce heveslerine tabi oldular. Artık, o Allah' ın saptırdığı kimseyi kim yönlendirebilir? Ona yardımcı yoktur. )

Buraya kadarki ayetlerde görüldüğü üzere Dunning-Kruger sendromlu inkarcıları yönlendiren bilgi ve algı değil, şeytani ve nefsani olgular olan "hevesler" ve "zan"dır.

Al'i İmran suresinin 154. ayetinde "Zan" ve "Cehalet" kavramları bir arada yer almaktadır.

3/154 .... yezunnune billahi ğayral hakkı zannel cahiliyyeh ..... ( ....... Haksızca Allah’a zan içindeydiler. Cahiliyenin zannı......... )

31/20 - E lem terav ennellahe sehhara leküm ma fis semavati ve ma fil erdı ve esbeğa aleyküm niamehu zahiraten ve batıneh ve minen nasi men yücadilü fillahi bi ğayri ılmin ve la hüden ve la kitabin münır
( Allah' ın, göklerde ne varsa ve yerde ne varsa buyruğunuza verdiğini, nimetlerini üzerinize açık, görünür olarak ve gizli olarak yaydığını görmediniz mi? Ve insanlardan, Allah hakkında ilimsizce, yönlendirmesizce ve aydınlatıcı kitap olmadan mücadele edenler vardır. )

2/111 - Ve kalu len yedhulel cennete illa men kane huden ev nesar tilke emaniyyühüm kul hatu bürhaneküm in küntüm sadikın
( Ve "O Yahudi olanların veya Nasıralıların haricindekiler cennete giremezler." dediler. Bu onların saplantılı istekleridir. De ki: "Eğer doğrular iseniz delilinizi getirin." )



Sonucunu bile bile!!??

İlmi tefekkür halinde olanların sık sık aklına şu soru gelebilmektedir. 

"Şeytana tabi olup kötülük yapanlar, bu amellerinin nihai sonucunun helak olduğunu bile bile neden kötülük yapmaya devam ederler?" 

Bu sorunun iki cevabı vardır. 

1- İblis'in ve onun cin şeytanı neferlerinin hipnotik zihin kontrolü ( cin tasallutu ) altında olup idrak mekanizmalarının bloke edilmiş, kalplerinin kapanmış olması ve icraatlarının kendilerine şeytan tarafından güzel ve iyi gösterilmekte olması, 

İlgili ayetler;  

23/88 - Kul men bi yedihı melekutü külli şey'in ve hüve yuciru ve la yücaru aleyhi in küntüm ta'lemun ( De ki: "Eğer bilenler iseniz, herşeyin mülkiyeti elinde olan, o koruyan ama kendi üzerine korunmayan kimdir?" ) 

23/89 - Seyekulune lillah kul fe ENNA TÜSHARUN ( Allah için." diyecekler. De ki: "O halde nasıl SİHİRLENİRSİNİZ?" ) 

8/48 - Ve iz zeyyene lehümüş şeytanü a'malehüm ..... ( Ve şeytan, onlara çalışmalarını süslü gösterdiği zaman, ..... ) 

2- Yaptıklarından dolayı helak olacaklarını bilmelerine rağmen dünyevi menfaat ihtirasının, nefsaniyetin kölesi haline gelinmiş olması. Bu durum, sigaranın zararlarını bilmesine ve hatta bu yüzden bir bacağı kesilmiş olmasına rağmen "Biliyorum öldürüyor ama bırakamıyorum." diyen adamın misaline benzemektedir.

2/22 - ...... fe la tec'alu lillahi endaden VE ENTÜM TA'LEMUN ( ..... O halde BİLE BİLE Allah için eşler oluşturmayın. ) 

2/42 - Ve la telbisül hakka bil batılı ve tektümül hakka VE ENTÜM TA'LEMUN ( Ve gerçeği batıl ile örtmeyin ve BİLE BİLE gerçeği gizlemeyin. )

2/42 - Ve la telbisül hakka bil batılı ve tektümül hakka VE ENTÜM TA'LEMUN
( Ve gerçeği batıl ile örtmeyin ve BİLE BİLE gerçeği gizlemeyin.

2/75 - E fe tatmeune en yü'minu leküm ve kad kane ferıkun minhüm yesmeune kelamellahi sümme yüharrifunehu min ba'di ma akaluhü ve HÜM YA'LEMUN
( Böylece size inanmalarını mı ümit edersiniz? Ve onlardan bir kısmı Allah’ ın kelamını işitip akılları erdikten sonra BİLE BİLE onu tahrif ettiler. )

2/188 - Ve la te'külu emvaleküm beyneküm bil batıli ve tüdlu biha ilel hukkami li te'külu ferıkan min emvalin nasi bil ismi VE ENTÜM TA'LEMUN
( Ve mallarınızı aranızda batıl ile boşuna yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını, sizler BİLE BİLE günah ile yemek için onlarla hakimlere fidye vermeyin. )

3/75 .... ve yekulune alellahil kezibe ve hüm ya'lemun ( ..... Onlar bile bile Allah’a yalan söylerler. )

8/27 - Ya eyyühellezine amenu la tehunüllahe ver rasule ve tehunu emanatiküm VE ENTÜM TA'LEMUN
( Ey o inananlar, Allah’a ve resule ihanet etmeyin. BİLE BİLE  kendi emanetlerinize ihanet etmeyin. )

58/14 - E lem tere ilellezine tevellev kavmen ğadıballahu aleyhim ma hüm minküm ve la minhüm ve yahlifune alel kezibi VE HÜM YA'LEMUN
( Allah' ın o üzerlerine öfke eylediği kavime yüz çevirenleri görmedin mi? Onlar sizlerden ve onlardan değildirler. Onlar BİLE BİLE yalan üzerine yemin ederler. )




Sunday, June 14, 2020

Kusursuz Sayılar

Matematikte Kusursuz Sayılar ( Perfect Numbers ) olarak anılan sayıların ortak özelliği 1'den başlamak üzere arıdışık olan sayıların toplamından oluşmalarıdır. 

6 = 1+2+3
28 = 1+2+3+4+5+6+7
496 = 1+2+3+4+.......+31 
8128 = 1+2+3+4+5+..... +127
33550336 = 1+2+3+4+5+..... +8191
8589869056 = 1+2+3+4+5+.....+
137438691328 = 1+2+3+4+5+.....+

Bir başka önemli özellik ise ilk Kusursuz Sayı olan "6" sayısından sonrakilerin ( 28, 496, 8128 ...... ) nümerolojik değerleri nin hep "1" sayısını vermesidir.

Bu noktada iki önemli sayı tezahür etmektedir. 6 ve 1

"6" sayısı* Allahü Teala'nın KUSURSUZ yaratışının nümerolojk sembolü olup, "1" sayısı da yaratıcı Allahü Teala'nın Tekliğinin / BİRliğinin ve KUSURSUZLUĞUNUN nümerolojik sembolüdür.

( * 6 sayısı Allah kelimesini oluşturan Elif (1), Lam (30), Lam (30) ve He (1) harflerinin ebced değerleri toplamı olan 66 sayısında da yer almaktadır. )

7/54 - İnne rabbekümüllahüllezı halekas semavati vel erda fı SİTTETİ eyyamin .........
( Kesinlikle Rab’biniz Allah, gökleri ve yeri ALTI günde yarattı. ........ )

112/1 - Kul hüvallahü EHAD ( De ki: "O Allah BİRDİR." )


Düşünce Odası ... A'raf / Spatyom simülasyonu

Okült bir cemiyet niteliği taşıyan Mason cemiyetinde yer alan ritüellerden biri de A'raf'ı yani Spatyomu sembolize eden "Düşünce Odası" rtüelidir. Düşünce Odası, üye adayının tekris ve inisiasyon öncesinde kendisini sorgulamak, kendisiyle hesaplaşmak için girdiği sembolik bir odadır. Düşünce Odası'nın sembolize ettiği A'raf* ( Spatyom) da zaten varlıkların kaba madde aleminden bir üst plan olan yarı süptil aleme geçiş öncesinde Öz Varlık olarak reenkarnasyon süreçlerinin değerlendirmesini yapma ve nefsiyle hesaplaşma haline verilen ismidir. Aday, Düşünce Odası'ndan çıktığında "Yeni Doğmuş" addedilir. 

( Spatyom kelimesi Space / Espace ( Boşluk ) anlamına gelmektedir. Zira Spatyom / A'raf ortamında varlıklar dış tesirlerden arınırlar ve sadece Öz Varlıkları ile yalnız kalırlar. Bu nedenle A'raf'taki pozitif veya negatif duygular tıpkı bir kabustaki veya güzel bir rüyadaki gibi çok yoğun olarak tezahür eder. ( * "A'raf" kelimesi "Yüksek mevki" anlamına gelmektedir. )


Masonik Düşünce Odası ( Duvarda yazan VITRIOL anagramı Visita Interiora Terrae Rectificando Occultum Lapidem / Yerin İçini Ziyaret Et, Düzelterek Gizli Taşı Keşfet anlamına gelmektedir. 

Ayrıca Bkz.


V = Visitam ( Ziyaret etmek )
I = Interiorem ( İç )
T = Terre ( Yer )
R = Rectificatum ( Düzeltmek )
I = Invenias ( Keşfetmek )
O = Ocultum ( Gizli )
L = Lapidum ( Taş )

Kur'an'da A'raf kelimesi A'raf suresininin 46. ayetinde yer almaktadır.

7/46 - Ve beynehüma hıcab ve alel a'rafi ricalün ya'rifune küllen bi sımahüm ve nadev ashabel cenneti en selamün aleyküm lem yedhuluha ve hüm yatmeun
( Ve onlar arasında perde vardır. A'raf'ta, yüksek mevki üzerinde hepsini simalarından tanıyan adamlar vardır. Cennet sahiplerine "Selam üzerinize olsun." diye seslenirler. Henüz oraya girmemişlerdir ve fakat umut etmektedirler. )



Yarı Süptil Planın ( Cennet / Sirius ) özellikleri

Bilindiği üzere, Kaba Madde Planı dünyadaki tekamülünü tamamlayan varlıklar ruhsal tekamül süreçlerine yarı süptil madde özelliğindeki Yarı Süptil Plan'da devam etmektedirler. Cennet veya spiritüalizmde Sevgi Planı / Sirius* olarak tanımlanan Yarı Süptil Planın özellikleri Kur'an'da belirtilmiştir. ( * Sirius kelimesi Esiri / Eterik kelimesinden türemiş olup, Canis Major ( Büyük Köpek ) takımyıldızındaki yıldızın ismidir. Kur'an'ın Necm ( Yıldız ) suresinde "Şi'ra" olarak zikredilir. 53/49 - Ve ennehu hüve rabbuş şi'ra ( Ve kesinlikle O, O Şira' nın da Rab’bidir. )

Hicr suresinin aşağıdaki ayetlerinde belirtildiği üzere Cennet'te nefsaniyet yok denilecek kadar az seviyeye inmiş olup nefsaniyet ürünü olan "Garez" ( Kötü niyet, Kin, Istırab, Acı, Zelillik ) olgusu yer almaz. Cennet'teki varlıkların amaçları en az seviyeye inmiş nefsaniyeti de yok seviyesine indirmek ve üst süptil planlarda Vazifeli Varlık / Melek olma liyakatini elde edebilmektir. Nefsaniyetin yok edilmesi süreci ise dünyadaki gibi ıstırablı, zahmetli ve meşakkatli olmayıp sevgi ve huzur duyguları içerisinde aşılan bir süreçtir.

15/45 - İnnel müttekıne fı cennatin ve uyun
( Sakınanlar kesinlikle bahçelerin ve pınarların içindedirler. )

15/46 - Üdhuluha bi selamin aminın
( Güvenli selam ile oraya girin. )

15/47 - Ve neza'na ma fı sudurihim min ğıllin ıhvanen ala sürurin mütekabilın
( Ve göğüslerinde garezden ne varsa çıkarır atarız. Kardeşçe karşılıklı koltuklar üzerindedirler. )

15/48 - La yemessühüm fıha nesabün ve ma hüm minha bi muhracın
( Onlara orada zahmet, yorgunluk dokunmaz. Onlar oradan çıkarılacak da değillerdir. )

Taha ve Enbiya suresinin aşağıdaki ayetlerinde ise yarı süptil plan olan Cennet'te kaba madde planı olan dünyadaki gibi fiziki meşakkat olmadığı, yemek-içmek, sıcakta kalmak-soğukta kalmak ve ölüm gibi kavramların olmadığı ebedi, huzurlu ve gerçek yaşamın mevcudiyeti bildirilmektedir.

20/117 - Fe kulna ya ademü inne haza adüvvün leke ve li zevcike fe la yuhricenneküma minel cenneti fe teşka
( Böylece, "Ey Adem, kesinlikle bu senin için ve eşin için düşmandır. O halde, kesinlikle sizi cennetten çıkarmasın. Yoksa meşakkat içinde bedbaht olursun." dedik. )

20/118 - İnne leke en la tecua fıha ve la ta'ra
( Kesinlikle sana orada acıkmaman ve çıplak olmaman vardır. )

20/119 - Ve enneke la tazmeü fıha ve la tadha
( Ve kesinlikle sen orada susamazsın ve sıcakta yanmazsın. )

Taha suresinin yukarıdaki ayetlerinin karşılığı İncil'in Vahiy bölümündeki 7-16 kodlu ayette yer almaktadır.

66 Vahiy 7-16 Artık acıkmayacak, Artık susamayacaklar. Ne güneş ne kavurucu sıcak çarpacak onları. 

21/8 - Ve ma cealnahüm ceseden la ye'külunet taame ve ma kanu halidın
( Ve onları yemek yemeyen gövdeler, vücutlar kılmadık. Ebedi de değillerdi.

Ayrıca Cennet'teki varlıkların imajinasyonları vasıtasıyla diledikleri olguları oluşturabilecekleri yani objektif değerler ve mekanlar oluşturabilecekleri bildirilmektedir.

25/15 - Kul e zalike hayrun em cennetül huldilletı vüıdel müttekun kanet lehüm cezaen ve mesıra
( De ki: "Bu mu daha hayırlı, yoksa sakınanlara vaad edilen, onlara karşılık ve varış yeri olan o ebediyet cenneti mi?" )

25/16 - Lehüm fıha ma yeşaune halidın kane ala rabbike va'den mes'ula
( Onlara orada ne dilerlerse ebediyen vardır. Sual edilen vaad Rab’binin üzerinedir. )








Cinnamon - Canelle - Tarçın

"Tarçın" kelimesinin İngilizcesi "Cinnamon", Fransızcası ise "Canelle" kelimeleridir. Ancak bu kelimeler, bir "nebat ismi" olmanın ötesinde anlamlar taşımaktadır. Köken analizi yapılacak olursa aşağıdaki durum ortaya çıkmaktadır.

Cinnamon = Cinn* ( Cin ) + Amon ( Amin / İman / İnanç ) = Cin İnancı

Canelle = Can* ( Cin ) + Elle** ( İlah ) = Cin İlah

* Cin kelimesi Kur'an'da "Cinn" ve "Cann" olarak yer almaktadır.

* 34/41 - Kalu sübhaneke ente veliyyüna min dunihim bel kanu ya'büdunel CİNNE ekseruhüm bihim mü'minun
( "Sen yücesin. Sen onlardan başka dostumuzsun. Bilakis CİNLERE kulluk etmekteydiler. Onların çoğunluğu onlara inanmışlardı." derler. )

15/27 - Vel CANNE halaknahü min kablü min naris semum
( Ve CİN, onu önceden, içe işleyen zehirli ateşten yarattık. )

Ayrıca "Cinayet" ( Cin ( Cin ) + Ayet ( İşaret ) kelimesinin "Cin İşareti" anlamına, "Cani"kelimesinin de "Cin gibi olan / Cine ilişkin olan" anlamına gelmesi de dikkat çekmektedir.

** "El" kelimesi "İlah" anlamına gelmektedir. 

Bkz.

https://kuranilmi.blogspot.com/2020/05/el-kelimesinin-gizemi.html

"Cinnamon" kelimesi, satanik okültizmde ( Mecusilikte / Maji ( Büyü ) ) "Ateş" ve "Güneş"'in sembolüdür. Ateş ve Güneş kavramlarının satanizmde kutsal addedildiği ve sembolleştirildiği hatırlanmalıdır. Bu blogda bu konu defaatle işlenmiştir. Ayrıca Cinnamon, afrodizyak yani CİNsel gücü artırıcı bir nebat olarak da bilinmektedir.

"Cinnamon"'un eskiden "övgü ve sevgi belirtme" ifadesi olarak da kullanılan bir kelime olduğu da bilinmektedir. "Cine inanç" anlamına gelen bir kelimenin "övgü ve sevgi" ifadesi olarak kullanılması oldukça düşündürücüdür.


Bu bilgilere istinaden "Tarçın" kelimesi "Zercin" ( Zer = Ekin, Tohum ve Cin = Cin ... Cin Tohumu ) kelimesinin farklı telaffuz edilmiş hali olabilir mi?! :)









Sosyal formatlama, Agorafobi ve Maske meselesi

Allahü Teala'nın izni kapsamında, küresel şeytanların bir tuzak kurgusu olarak ortaya çıkan COVID19 salgını vesilesiyle, zihnen ve fiziken pasif hale getirilmek istenen insanlar evvelce planlanmış aşağıdaki olgulara alıştırılmışlardır.

1- Sosyal Mesafe

Bu kavram bilinçaltında insanlara sürekli olarak birbirlerinden uzak durmalarını, topluluk oluşturmamalarını telkin etmektedir. Sosyal Mesafe kavramı planlanan küresel tahakküm ve diktatörlük sistemine karşı kitlesel hareketin önüne geçebilmek için gündeme getirilmiş bir olgudur. Hatta evvelki bölümlerde bahsedildiği üzere 2019 yılında, cystic fibrosis hastalığı nedeniyle insanlara belirli bir mesafede durmak zorunda olan bir kızın hikayesini konu alan "Five Step Apart" ( Beş Adım Ötede ) filmi dahi çekilmiştir. Bu film doğrudan Sosyal Mesafe kavramını tanımlamaktadır.

2- Evde Kalmak

Virüs salgını kapsamında yayılan korku enerjisi neticesinde, insanlar evlerinden dışarı çıkmaktan korkar hale getirilmişler, çıksalar bile en ufak bir tehdit algısı durumunda hemen eve kapanma eğilimine adapte edilmişlerdir. Bu durum insanlarda Agorafobi ( Açık alan Korkusu ) sendromunun oluşumuna da vesile olma potansiyeli taşımaktadır. 

3- Maske Takmak

Gerekli olup olmadığını idrak etmeden her yerde ve sürekli Maske Takmak eğilimi de yaygınlaşmıştır. Küresel sermayenin bir kurumu olan DSÖ ( Dünya Sağlık Örgütü ) "Maske takılması gerektiği" yönünde beyanda bulunsa da, medyada sürekli "Maske takın" mesajları verilse de birçok doktor bu görüşe karşı olduklarını bildirmektedir. Zira sürekli maske takmanın olumsuz yönleri şöyle özetlenmektedir.

a- Maske sentetik plastik malzemeden yapılmaktadır. Sürekli maske takılması, her soluyuşta oluşan nem nedeniyle plastik malzemenin çözünmesine ve çözünen maddenin solunmasıyla ciğerlerde hasar oluşmasına sebep olmaktadır. ( Dışarıda koşu sporu yaparken maske takanlar dahi gözlemlenmektedir ki bu sağlığa son derece zararlı bir uygulamadır. )

b- Sürekli maske takmak vücuda oksijen girişini azaltmakta ve histotoxic hypoxiaya ( hücre ve dokular için zararlı olan madde nedeniyle oksijen yetmezliği ) sendromuna sebebiyet vermektedir. Hipoksi yani düşük oksijen seviyesi bağışıklık sistemini zayıflatan bir olgudur. 

c- Maske, hasta olan kişinin sağlıklı olan diğerlerini koruması amacıyla takması gereken bir malzemedir. Ayrıca, virüsün boyutları maskenin gözneklerinden rahatlıkla geçebilecek seviyededir.

Oksijenin hayati önemi Tekvir suresinin 81/18 kodlu ayetinde "Nefeslenme" kelimesiyle ve kimyasal nümerolojiyle vurgulanmakta gibidir. Ayet kodunda iki adet 1 ve iki adet 8 sayısı bulunmaktadır. Oksijen molekülünün sembolü O2 olup, iki Oksijen atomunun her birinde 1 adet çekirdek ve çekirdek etrafında dönen 8 elektron bulunmaktadır.

81/18 - Ves subhı iza teneffese ( Ve sabah nefeslendiğinde, )

4- Kodla Takip

Korunma ve güvende olma söylemiyle gündeme getirilen kodla takip sistemi de insanları dijital kölelere dönüştürme sürecindeki önemli adımlardan biri olmuştur. İnsanlar bir yerden bir yere giderken "otoriteden izin almaya" alıştırılmışlardır. Faydalı olduğu telkin edilmeye çalışılan kod uygulaması esas itibarıyla kişisel özgürlüğe ve haklara indirilen bir darbe niteliğindedir. Elbette bu uygulamaların ardından, evvelki bölümlerde bahsedilen daha başka dijital uygulamaların da gelmesi muhtemeldir.



Mutasyon kelimesi

"Mutasyon" kelimesi "Mute" ( Değişmek, Birinden birine geçmek, Bir halden bir hale geçmek, Karşılıklı olmak ) kökü ve "tion" ( -me , -gibi olma ) ekinden oluşan ve "Değişim, Birinden birine geçiş, Karşılıklı olum" anlamlarını içermektedir. İngilizce ve Fransızca'da "Karşılıklı" anlamında kullanılan "Mutual / Mutuel" ( Mute ( Değişen, Karşılıklı ) + el ( Gibi olan ) ) kelimesi de aynı köktendir. Mutasyon olarak telaffuz edilen "Mutation" kelimesinin ilk akla gelen anlamı "Bir virüsün zaman içerisinde yapısında ve özelliklerinde meydana gelen değişiklik"tir.

Esas itibarıyla "Mut / Mute" kökü Arapça "Müte" kelimesi kaynaklıdır. Ancak "Müte" kelimesi de "M/Mü" ( Edilgen nitelikli ve -gibi olan, -ılmış, -ilmiş anlamındaki ön ek ) ve "T/Te" ( Fiili isim yapma eki ) ön eklerinin birleşiminden oluşmaktadır.

Latincede "Değişmek, Hareket etmek, Gitmek" anlamına gelen "Mei", İngilizce ve Fransızca'da aynı anlamı taşıyan "Move", "Mouvoir" ve "Motion" kelimeleri de köklerinde "M" harfini bulundurmaktadırlar. "M" harfi "Değişim, Hareket, Oluşum" anlamını içermektedir. Keza Arapça'da isim olan bir kelimenin başına "M" ön eki geldiğinde o kelime sıfat niteliğini kazanmakta ve bir hareket, değişim ve oluşuma tabi olmaktadır. Örnek : Hamd ( Övgü ) - Muhammed ( Övülmüş olan ), Taleb ( Talep ) - Matlub ( Taleb edilen ), Zulüm - Mazlum ( Zulmedilmiş olan ) ..... dikkat edilecek olursa hep bir hareketlenme, değişim ve eyleme dönüşme anlamı bulunmaktadır.

Ayrıca Bkz.


Bazıları Kur'an'da da yer alan ve "Müte" ön eki içeren aşağıdaki kelimeler de "Birbiriyle ilgili, geçişli olma" anlamını içermektedir.

Mütetabiayni = Birbirine tabi olan, birbiri ardınca gelen ikili 
Müteşakis = Birbirine karşıt olan
Müteakib = Birbirini takip eden, Birinin sonucundan* doğan ( * "Akb / Akibet" kelimesi "Sonuç" anlamına gelmektedir.
Müterakkib = Birbirini gözetleyen
Müteferrik = Birbirinden ayrılan
.....
.....

Saturday, June 13, 2020

Teşbih ve Sembolizm

Kur'an'da bir çok ayetin teşbih ( benzetme ) kullanılmak suretiyle oluşturulduğu görülmektedir.  Müteşabih ayetlerdeki teşbihe konu kelimeler ve kavramlar hem kendi öz anlamları ( literal ) itibarıyla mesaj vermekte hem de sembolize ettikleri başka kelime ve kavramlar ile de farklı mesajlar vermektedirler.

Gizli cemiyetlerin iletişim yöntemlerinin temelini sembolizmin oluşturmasının sebebi de Kur'an'daki bu müteşabih ( benzetmeli ) ayetlerin mevcudiyetidir. Zira evvelki bölümlerde defaatle zikredildiği üzere rahmani veya şeytani her türlü oluşumun temel bilgi kaynağı sadece ve sadece Kur'an olup, ayrışıma vesile olan ise kelime ve sayılara yüklenen farklı anlamlardır.

Müteşabih ayetlerin mevcudiyetinin iki temel sebebi ve mesajı bulunmaktadır.

1- Aktarılmak istenen derin ve kozmik kavramların dünyevi örneklerle sembolleştirilmesiyle insanlar bir anlayış ve idrak sınavına tabi tutulmaktadırlar. Teşbihlere konu olan kelimeler bilimsel alanlardaki birçok teori ve teoremin de temelini oluşturmaktadır. Bazı teşbihler ise derin kavramların daha kolay anlaşılmasına da vesile olmaktadır. 

2- İlahi ve kozmik olan ( astral ve süptil olan ) her olgunun kaba madde alemi dünyada muhtelif projeksiyonları ve temsillerinin bulunduğu mesajı verilmektedir. 

"Müteşabih ayet" kavramı ilk kez Al'i İmran suresinin 7. ayetinde zikredilmektedir. Ayette "Muhkemat" ( Açık ve anlaşılır ) ayetlerin ve "Müteşabihat" ( Benzetmeli ) ayetlerin varlığından bahsedilmektedir.

3/7 - Hüvellezi enzele aleykel kitabe minhü AYATÜN MUHKEMATÜN hünne ümmül kitabi ve üharu MÜTEŞABİHAT fe emmellezine fi kulubihim zeyğun fe yettebiune ma teşabehe minhübtiğael fitneti vebtiğae te'vılih ve ma ya'lemü te'vılehu illellah ver rasihune fil ılmi yekulune amenna bihı küllün min ındi rabbina ve ma yezzekkeru illa ülül elbab

( Kitabı sana indiren O'dur. Onda kitabın anası olan AÇIK ANLAMLI AYETLER vardır. DİĞERLERİ BENZETMELİDİRLER. Ama o kalplerinin içinde şüphe, vesvese, eğrilik, ayrılık olanlar, onlardan fitneyi aramak ve kendi yorumlarını aramak  için o benzetilmiş olanlara tabi olurlar. Onun yorumunu Allah haricinde kimse bilmez. İlimde derinleşmiş olanlar "Ona inandık. Hepsi Rab’bimizin indindendir." derler. Akıl sahipleri haricindekiler hatırlamaz. )

Evvelki bölümlerde sembolize ettikleri bilimsel verilerin açıklandığı bazı müteşabih ayet örnekleri;

Sivrisinek

2/26 - İnnellahe la yestahyı en yadribe meselen ma BEUDATEN fe ma fevkaha fe emmellezine amenu fe ya'lemune ennehül hakku min rabbihim ve emmellezine keferu fe yekulune maza eradellahü bi haza mesela yüdıllü bihı kesıran ve yehdı bihı kesıra ve ma yüdıllü bihı illel fasikin
( Kesinlikle Allah o SİVRİSİNEĞİN veya daha üstününün misalini beyan etmekten çekinmez. Böylece o inananlar onun Rab’lerinden kesin gerçek olduğunu bilirler. O inkar edenler ise "Allah bu misal ile ne istedi?" derler. Onunla birçoklarını saptırır ve birçoklarını yönlendirir. O saptırdıkları ancak günahkarlardır. )

Sinek

22/73 - Ya eyyühen nasü duribe meselün festemiu leh innellezine ted'une min dunillahi len yahlüku ZÜBABEN ve lev ictemu leh ve in yeslübhümüz ZÜBABÜ şey'en la yestenkızuhü minh daufet talibü vel matlub
( Ey insanlar, misal, söz beyan edilmiştir. Artık onu duyun. Kesinlikle o Allah’tan başkasını çağıranlar, şayet toplanıp onun için bir araya gelseler bile SİNEK yaratamazlar. Eğer SİNEK onlardan bir şey kapsa, onu ondan kurtarmaya istidatları olmaz. Taleb eden de taleb edilen de zayıftır. )

Hardal

21/47 - Ve nedaul mevazinel kısta li yevmil kıyameti fe la tuzlemü nefsün şey'a ve in kane miskale habbetin min HARDELİN eteyna biha ve kefa bina hasibın
( Ve ayağa kalkış günü için adil tartılar kurarız. Böylece nefse şey kadar bile zulmedilmez. Eğer HARDALIN tohum tanesi ağırlığında dahi olsa onu getiririz. Biz hesap görücü olarak kafiyiz. )

12 Pınar

2/60 - Ve izisteska musa li kavmihı fe kulnadrib bi asakel hacer fenfecerat minhüsneta aşrate ayna kad alime küllü ünasin meşrabehüm külu veşrabu min rizkıllahi ve la ta'sev fil erdı müfsidın
( Ve zamanında Musa kavmi için su istedi de "Asan ile taşa vur." dedik. Böylece ondan oniki pınar fışkırıp aktı. Tüm insanlar içecekleri yeri bildiler. Allah' ın rızıklarından yiyin ve için. Yerde bozgun yaparak asileşmeyin. )

Hurmaların düşmesi

19/25 - Ve hüzzı ileyki bi ciz'ın nahleti tüsakıt aleyki rutaben ceniyya
( Ve hurmalığın kütüğünü sana doğru salla da toplanmış hurmalar üzerine düşsün. )

Sağır, Dilsiz, Kör

2/18 - Summün bükmün umyün fe hüm la yarciun
( Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar dönmezler. )

.............
.............
.............

Örnekler çoğaltılabilmektedir.


Senkronizasyon nimeti

Döngü sonundaki frekans yükselmesi neticesinde ruhsal ayağa kalkışı ve idraki uyanışı yaşayan insanların deneyimledikleri en etkileyici fenomen "Senkronizasyon" yani "Eşlenme, Eşzamanlanma, Hizalanma, Uyumlanma" fenomenidir. Bu fenomen, insanın olgu ve olaylarda sık bir şekilde uyumlanma, eşleşme ve eşzamanlanma deneyimi yaşamasını tanımlamaktadır. Bazı örnekler şöyle sıralanabilir.

1- Saate bakıldığında hep aynı saate veya saatteki rakamlardaki uyuma denk gelme ( Örnek: 11:11, 21:21, 08:08, 15:51 vb. ) Özellikle 11 ve 8 sayılarına denk gelinmesi en sık rastlanan durumdur. Zira bu sayılar uyanışın, yeni döngü başlangıcının, farklı boyuta geçiş portalının nümerolojik sembolüdür.

2- Muhtelif vesilelerle karşılaşılan rakamlarda veya kelimelerde ( araba plakaları, reklam tabelaları, afişler vb. ) sürekli olarak belirli bir sayının veya kelimenin tezahürünün farkedilmesi,

3- Bir başkasıyla senkronize olunması yani bir başkasıyla sürekli olarak eşzamanlı düşünce ve davranış deneyimi yaşanması ( Aynı zamanlarda aynı şeyi düşünme veya söyleme, aynı sayıların veya aynı kelimelerin dikkat çekmesi, eş zamanlı  ve aynı konuda olmak üzere iletişim kurulması, mesajlaşılması vb. )

İnsanlarda olduğu gibi kozmik sistemde de muhtelif senkronizasyon vakaları sürekli gerçekleşmektedir. Güneş sisteminin ait olduğu Samanyolu galaksisinin ekseniyle hizalanması ( kozmik hizalanma ), Güneş ve Ay tutulması gibi fenomenler de kozmik senkronizasyon örnekleri olarak sıralanabilir.

Dolayısıyla, senkronizasyon fenomeni esas itibarıyla vahdet ( ünite, birlik ) kavramının idraki vesilesiyle birleşik insanlık realitesinin ve kolektif bilincin tesis edilmekte olduğunu haber veren ilahi bir nimettir. Senkronizasyon, ayrıca ilerleyen zaman içerisinde insanlarda gelişmiş metapsişik yeteneklerin ( durugörü, medyumluk, telepati, telekinezi, astral çıkış vb. ) açığa çıkacağının da habercisidir. 

Al'i İmran suresinin 64. ayetinde insanlar, aralarında senkronizasyonu ve üniteyi sağlayacak olan "Eşit olan kelimeye" ( Keimetin Seva ) yani "Allah" kelimesine çağrılmaktadırlar. Ayet numarasının nümerolojik değerinin "1" ( 6+4 = 10 ... 1+0 = 1 ) olması da ünite / vahdet / birlik kavramı açısından uyum arzetmektedir. )

3/64 - Kul ya ehlel kitabi tealev ila kelimetin sevain beynena ve beyneküm en la na'büde illellahe ve la nüşrike bihı şey'en ve la yettehıze ba'duna ba'dan erbaben min dunillah fe in tevellev fe kul üşhedu bi enna müslimun
( De ki: "Ey kitap sahipleri, bizim ve sizin aranızda aynı, eşit olan kelimeye geliniz. Ancak Allah’a  kulluk edelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Bazılarımız bazılarını Allah’tan başka Rabler edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse, şahit olarak kesinlikle biz teslim olanlarız deyin." )

Friday, June 12, 2020

"Kitaba ihtiyacım yok ki !!" diyenler...

Bazı insanlar iyi insan olmak için kutsal kitaba ihtiyaç olmadığını, insanın aklının, mantığının ve vicdanının zaten ona doğruları göstereceğini, bu yolda herhangi bir şartlandırma veya yönlendirme işlevi görecek bir kaynağa ihtiyaç olmadığını, insanın özgür iradesiyle zaten yönlenebileceğini savunmaktadırlar.

Bu sav kısmen doğrudur. Zira her insanın kutsal kitaplara erişimi olmayabilir, bir insanın iyi ve doğru olabilmesi için mutlak surette kutsal kitabı okuması gerekmeyebilir, her insanın kutsal kitaplardaki ilme odaklanması beklenmeyebilir, her insan iyiyi ve doğruyu sadece kitapları okuyarak keşfetmez, yaşayarak anlamaya vesile olan musibet deneyimleri de bu süreçte en az kitap ilmi kadar etkilidir. Ayrıca Şura suresinin 51. ayetinde bildirildiği üzere Allahü Teala'nın insanla üç temel iletişim yöntemi mevcuttur. Vahiy, Perde Arkası ( Bir olay veya durumdaki batıni mesaj ) ve Resul ...

42/51 - Ve ma kane li beşerin en yükellimehüllahü illa vahyen ev min verai hıcabin ev yursile rasulen fe yuhıye bi iznihı ma yeşa' innehu aliyyün hakım
( Ve Allah' ın insana kelam edip söz söylemesi, vahyen veya perde arkasından olması haricinde olmaz. Veya resul gönderir de izni ile ne dilerse vahyeder. Kesinlikle O uludur hakimdir. )

Ancak bu noktada önemli olan husus, insanların sübjektif değerlendirmeler ile kendilerinin "iyi" ve "doğru" olduklarını zannedebilmeleridir. Bir insanın "iyi ve "doğru" olduğunun delili kendisinin veya onu tanıyanların kendi değer yargılarına göre oluşturdukları sübjektif kriterlere göre yapılan değerlendirmeler değil, kitaptaki "iyiliği" belirleyen kriterlere göre yapılan değerlendirmedir. Zira böyle bir değerlendirme sübjektif yaklaşıma dayalı olarak değil ancak objektif kriterlere göre yapılabilir. Bu kriterler ise Kur'an'da açıkça bildirilmektedir. Buna net bir örnek "iyiliğin" tanımının yer aldığı Bakara suresinin 177. ayetidir. 

2/177 - Leysel birra en tüvellu vücuheküm kıbelel meşrikı vel mağribi ve lakinnel birra men amene billahi vel yevmil ahıri vel melaiketi vel kitabi ven nebiyyın ve atel male ala hubbihı zevil kurba vel yetama vel mesakıne vebnes sebıli ves sailıne ve fir rikab ve ekames salate ve atez zekah vel mufune bi ahdihim iza ahedu ves sabirıne fil be'sai ved darrai ve hıynel be's ülaikellezine sadeku ve ülaike hümül müttekun
( Yüzünüzü doğu ve batı doğrultusuna çevirmenizde iyilik yoktur. Lakin iyilik, o Allah’a , sonraki güne, meleklere, kitaba, habercilere inananlara, sevdiklerine, yakınlarına, yetimlere, yoksula, yolda kalmışa, dilenenlere, boyunduruk içindekilere sevgiyle mal verenlere, duaya kalkanlara, zekatı verenlere, ahdettiklerinde ahdlerini ifa edenlere, zorlukta, sıkıntıda, darlıkta ve zor savaş zamanında sabredenleredir. İşte onlar doğrudurlar ve işte onlar sakınırlar. )

Ayrıca Kur'an, iyiliğe, doğruluğa ve sevgiye ilişkin bilgileri içeren bir kaynak olmasının yanısıra yaratılışın tüm kodlarını içeren, tüm bilimsel teorilere ve teoremlere ilham kaynağı olan bilimler üstü multidisipliner bir bilgi kaynağıdır. Zira "iyilik ve doğruluk" konusunda gelişim ancak ve ancak bilgi seviyesinin artması ile tezahür edebilmektedir. Dolayısıyla "Ben zaten yaşam içerisinde kendi deneyimlerimle iyiliği kendim keşfederim. Kitaba, derse ihtiyacım yok." demek ile "Ben zaten yaşam içerisinde kendi deneyimlerimle matematiği kendim öğrenirim. Kitaba, derse ihtiyacım yok." demek arasında bir fark bulunmamaktadır. Bu yaklaşımda olan birisinin "matematikte" ne kadar ilerleyebileceğini tahmin etmek zor değildir. İşte aynı durum "iyilik ve doğruluk" konusu içinde geçerlidir. Zira insanların, idrak yükselişine ve tekamüle vesile olacak bilgileri sadece reenkarnasyon süreçlerindeki yaşam deneyimlerinden edinmeleri mümkün değildir. Esas itibarıyla tüm bilgiler açık ve detaylı olarak kitapta mevcuttur. Ancak insanlar bilgilerin bir bölümünü musibet deneyimlerinden, bir bölümünü de kitaptan edinmek suretiyle algı ve idrak seviyelerini yükselterek tekamül ederler. Bir başka deyişle bir insanın bir konuyla ilgili "iyi mi kötü mü" veya "doğru mu yanlış mı" bilgisini idrak edebilmesi için illa ki o konuda bir yaşam deneyimi geçirerek mağdur olması gerekmez ve zaten buna da reenkarnasyon ömrü yetmez.

İyilik ve doğruluk, varlıkların tekamül yolculuğuna çıkabilmeleri için zaten olmazsa olmaz ön koşuldur. Varlıkları tekamüle eriştiren gerçek ve en önemli unsur ise bilgi seviyesi ve bu bilgi seviyesine göre şekillenen tutum, düşünce ve davranışlardır. Bu ilim de Kur'an'da mevcuttur. Ayetlerde yer alan "Bilen ile bilmeyen bir olur mu?" sorusu ve "Sizlere Rab'bin indinde dereceler vardır." ifadesi bilgi aşığı tekamül yolcuları için derin anlam ifade etmektedir.

39/9 - Em men hüve kanitün anael leyli saciden ve kaimen yahzerul ahırate ve yercu rahmete rabbih kul hel yestevillezıne ya'lemune vellezine la ya'lemun innema yetezekkeru ülül elbab
( O gecenin geç vakitlerinde yere kapanarak ve ayakta saygılı durup itaat eden, ahiretten çekinen, korkan ve Rab’binin rahmetini uman gibi midir? De ki: "Bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? Kesinlikle akıl sahipleri hatırlarlar." )

8/4 - Ülaike hümül mü'minine hakka lehüm deracatün ınde rabbihim ve mağfiratün ve rizkun kerım
( İşte onlar gerçek inananlardır. Onlara Rab’lerinin indinde dereceler, af ve faydalı rızık vardır. )

9/20 - Ellezine amenu ve haceru ve cahedu fı sebılillahi bi emvalihim ve enfüsihim a'zamü deraceten ındellah ve ülaike hümül faizun
( O inananlar ve göç edip ayrılanlar, mallarıyla, nefisleriyle Allah yolunda cihad edenler, Allah' ın indinde derece olarak en büyüktürler. Bunlar kurtulanlardır. )

Ayrıca insanların, ilahi kozmik ilmi, iyiliği, doğruluğu yani özetle dini öğrenebilmeleri için kitaba olan gereksinimleri ayetlerde de vurgulanmıştır.

22/8 - Ve minen nasi men yücadilü fillahi bi ğayri ılmin ve la hüden ve la kitabin münır
( Ve insanlardan kimi, ilimsizce, yönlendirme olmadan ve aydınlatıcı kitap olmadan Allah hakkında mücadele eder. )

31/20 - E lem terav ennellahe sehhara leküm ma fis semavati ve ma fil erdı ve esbeğa aleyküm niamehu zahiraten ve batıneh ve minen nasi men yücadilü fillahi bi ğayri ılmin ve la hüden ve la kitabin münır
( Allah' ın, göklerde ne varsa ve yerde ne varsa buyruğunuza verdiğini, nimetlerini üzerinize açık, görünür olarak ve gizli olarak yaydığını görmediniz mi? Ve insanlardan, Allah hakkında ilimsizce, yönlendirmesizce ve aydınlatıcı kitap olmadan mücadele edenler vardır. )

Sonuç olarak;

Bugün dünyada süregelen, insan kaynaklı bunca olumsuzluk ve kötülük dikkate alındığında insanın kitaba ne kadar ihtiyacı olduğu da ortaya çıkmaktadır. Kitap insanın kalbinde zaten kayıtlı olan ilahi kozmik bilgileri ona "hatırlatan", vicdan ve idrak mekanizmasının aktive olmasına destek veren bir "kullanım kılavuzu" niteliğindedir.  

81/27 - İn hüve illa zikrün lil alemin
( Kesinlikle o ancak alemler için HATIRLATMADIR. )

81/28 - Li men şae minküm en yestekım
( Sizden doğru gitmeyi dileyen kimseler için )

2/2 - Zalikel kitabu la raybe fih HÜDEN lil müttekin
( Bu, o hakkında şüphe olmayan, sakınanlar için YÖNLENDİRME / KILAVUZ olan kitaptır. )


Resulleri ve kendilerini şirk vesilesi kılanlar

Kur'an'da 8 ayette "Allah'a iman" ifadesi "Resule iman" ifadesiyle birlikte yer almaktadır. Bu nokta oldukça hassas bir husus olup, ilim sahibi olmalarına rağmen ard niyetli kişiler tarafından özünden saptırılmaktadır. Zira, inancın merkezine insanı koyan, bu suretle resulü ve nihayetinde dolaylı olarak kendilerini ilahlaştırmaya çalışan küresel şeytanların ajanı niteliğindeki bu müşriklerin amacı kula kulluğu yani şirki esas alan şeytani tarikat sistemlerini yaygınlaştırmak ve insanları Allah bilincinden uzaklaştırmaktır.

Hadislerde olduğu iddia edilen şu ifadeler durumu daha da net ortaya koymaktadır. Resulün "Kainatın efendisi" olarak zikredilmesi, Allah'ın resule "Sen olmasaydın kainatı yaratmazdım." dediğinin iddia edilmesi gibi....

"Resule iman" ifadesinin sebebi, resulün, kendisine vahyedilen Allah kelamını aktarmasından dolayıdır. Bir başka deyişle resule imanın, resulün şahsıyla, kişiliğiyle bir ilgisi bulunmamaktadır. Zira resul, herkes gibi bir insan olduğunu, sadece kendisine vahyedileni aktarmakta olduğunu, hevesinden konuşmadığını, sadece bir uyarıcı olduğunu, tek ilahın sadece Allah olduğunu defaatle vurgulamaktadır. İlgili ayetler aşağıdadır.

6/50 - Kul la ekulü leküm ındı hazainüllahi ve la a'lemül ğaybe ve la ekulü leküm innı melek in ettebiu illa ma yuha ileyy kul hel yestevil a'ma vel besır e fe la tetefekkerun
( De ki: "Size Allah' ın hazineleri benim indimdedir." demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Size, kesinlikle ben meleğim de demiyorum. Kesinlikle ben ancak o bana vahyedilene tabi oluyorum." De ki: "Kör ile gören eşit midir? Fikretmez misiniz?" )

7/203 - Ve iza lem te'tihim bi ayatin kalu lev lectebeyteha kul innema ettebiu ma yuha ileyye min rabbi haza besairu min rabbiküm ve hüden ve rahmetün li kavmin yü'minun
( Ve onlara ayet getirmediğin zaman "Onları derleyip, tasarlayıp kursaydın ya." derler. De ki: "Kesinlikle ben Rab’bimden bana vahyedilene tabi olurum." Bu Rab’binizden inanan kavim için görüş, yönlendirme ve rahmettir. )

10/15 - Ve iza tütla aleyhim ayatüna beyyinatin kalellezine la yercune likaene'ti bi kur'anin ğayri haza ev beddilh kul ma yekunü lı en übeddilehu min tilkai nefsı in ettebiu illa ma yuha ileyy innı ehafü in asaytü rabbi azabe yevmin azım
( Ve onlara ayetlerimiz açık deliller olarak okunduğunda, o bize kavuşmayı ummayanlar "Bundan başka Kur'an getir veya onu değiştir." dediler. De ki: "Benim için onu bundan kendimce değiştirmek olmaz. Kesinlikle ben ancak o bana vahyedilene tabi olurum. Eğer Rab’bime isyan edersem, kesinlikle ben büyük günün azabından korkarım." )

18/110 - Kul innema ene beşerun mislüküm yuha ileyye ennema ilahüküm ilahün vahid fe men kane yercu likae rabbihı fel ya'mel amelen salihan ve la yüşrik bi ıbadeti rabbihı ehada
( De ki: "Kesinlikle ben aynınız gibi insanım. Bana, kesinlikle ilahınızın tek ilah olduğu vahyediliyor. O halde, Rab’bine kavuşmayı ummakta olan kimse, artık iyi iş yapsın ve Rab’bine kullukta hiçbir kimseyi ortak koşmasın." )

21/108 - Kul innema yuha ileyye ennema ilahüküm ilahün vahid fe hel entüm müslimun
( De ki: “Kesinlikle bana, ilahınızın kesinlikle tek ilah olduğu vahyediliyor. Artık siz teslim olanlar mısınız?" )

38/70 - İn yuha ileyye illa ennema ene nezırun mübın
( Kesinlikle bana, kesinlikle benim ancak apaçık uyarıcı olduğum vahyediliyor. )

41/6 - Kul innema ene beşerun mislüküm yuha ileyye ennema ilahüküm ilahün vahıdün festekımu ileyhi vestağfiruh ve veylün lil müşrikın
( De ki: "Ben aynınız gibi insanım. Bana kesinlikle ilahınızın tek ilah olduğu vahyedildi. O halde O’na doğru yönelin ve af isteyin. Vay o ortak koşanlara." )

Fussilet suresinin 6. ayetinde resul açıkça "Ben de sizin gibi bir insanım. Beni Rab'be ortak koşmayın." mesajını vermekte gibidir.

46/9 - Kul ma küntü bid’an miner rusuli ve ma edri ma yuf’alu bi ve la biküm in ettebiu illa ma yuha ileyye ve ma ene illa nezirun mubin
( De ki: "Ben resullerin yeganesi, özeli değilim. Bana ve size ne yapılacağını bilmem. Kesinlikle ancak o bana vahyedilene tabi olurum. Ben apaçık uyarıcı haricindeki değilim." )

Allahü Teala haricindekilerin ( melek, resul, alim, ruhban vb. ) ilahlaştırımaması gerektiği de ayetlerde bildirilmektedir.

3/64 - Kul ya ehlel kitabi tealev ila kelimetin sevain beynena ve beyneküm en la na'büde illellahe ve la nüşrike bihı şey'en ve la yettehıze ba'duna ba'dan erbaben min dunillah fe in tevellev fe kul üşhedu bi enna müslimun
( De ki: "Ey kitap sahipleri, bizim ve sizin aranızda aynı, eşit olan kelimeye geliniz. Ancak Allah’a  kulluk edelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Bazılarımız bazılarını Allah’tan başka Rabler edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse, şahit olarak kesinlikle biz teslim olanlarız deyin." )

3/80 - Ve la ye'müraküm en tettehızül melaikete ve nebiyyıne erbaba e ye'müruküm bil küfri ba'de iz entüm müslimun
( Ve size, melekleri ve habercileri Rabler edinmenizi emretmez. Teslim olanlar olmanızdan sonra, size inkarı mı emreder? )


İmanın bileşenleri

"İman" kelimesi "Emin" kökünden daha doğrusu "MN" kökünden gelmekte olup, "İnanma, Güvenme" anlamını taşımaktadır. İslamın ( Teslimiyetin ), İman için bir ön koşul olduğu esas olanın "İman" olduğu Hucurat suresinin 14. ayeti misaliyle evvelki bölümlerde ifade edilmişti. 

49/14 - Kaletil a'rabü amenna kul lem tü'minu ve lakin kulu eslemna ve lemma yedhulil imanü fi kulubiküm ve in tütıy'ullahe ve rasulehu la yelitküm min a'maliküm şey'a innellahe ğafurun rahım 

( Araplar "İnandık." dediler. De ki: "İnanmadınız. Lakin "Teslim olduk." deyin. İnanç kalplerinizin içine girmedi. Eğer Allah’a ve O’nun resulüne itaat ederseniz, size çalışmalarınızdan hiçbir şey eksiltmez. Kesinlikle Allah affedendir merhametlidir." )

Kur'an'da "Allah'a iman" kelimesinin daima tamamlayıcı unsurlarla birlikte yer aldığı dikkat çekmektedir. Sadece "İman ettim." demenin de asla yeterli olmayacağına işaret eden bu tamamlayıcı unsurlar şöyle özetlenebilmektedir.

- Ahirete inanç yani döngü sonundaki hesaplaşma süreci olan kıyamet gününe ( ayağa kalkış süreci ) ve kaba madde alemi dünya hayatının ötesindeki süptil alemdeki sonsuz hayata inanmak
- İyilikler yapmak
- Meleklere inanmak
- Kitaba inanmak
- Habercilere inanmak
- Resullere inanmak
- Yakınlara, yetimlere, çaresiz kalmışlara, sual edip dilenenlere ve esaret altındakilere sevgiyle malını verebilmek
- Duaya kalkmak
- Zekat vermek
- Ahdini, sözünü ifa etmek
- Genişlikte ve darlıkta sabredebilmek
- Rızıklandırıldığından harcamak
- Allah'ın haricindekinden korkmamak
- Şüpheye düşmemek
- Allah yolunda malıyla ve nefsiyle mücadele etmek

"Allah'a iman" ifadesinin yer aldığı ayetler şöyledir.

2/62 - İnnellezine amenu vellezine hadu ven nesara ves sabiıne min amene billahi vel yevmil ahıri ve amile salihan fe lehüm ecruhüm ınde rabbihim ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun 
( Allah’a ve sonraki güne inananlardan ve iyilikler yapanlardan olan o inanan Yahudilere, Nasıralılara ve Sabiilere, artık onlara Rab’lerinin indinde kesinlikle ödülleri vardır. Onlara korku yoktur. Onlar hüzünlenmezler. )

2/177 - Leysel birra en tüvellu vücuheküm kıbelel meşrikı vel mağribi ve lakinnel birra men amene billahi vel yevmil ahıri vel melaiketi vel kitabi ven nebiyyın ve atel male ala hubbihı zevil kurba vel yetama vel mesakıne vebnes sebıli ves sailıne ve fir rikab ve ekames salate ve atez zekah vel mufune bi ahdihim iza ahedu ves sabirıne fil be'sai ved darrai ve hıynel be's ülaikellezine sadeku ve ülaike hümül müttekun 
( Yüzünüzü doğu ve batı doğrultusuna çevirmenizde iyilik yoktur. Lakin iyilik, o Allah’a , sonraki güne, meleklere, kitaba, habercilere inananlara, sevdiklerine, yakınlarına, yetimlere, yoksula, yolda kalmışa, dilenenlere, boyunduruk içindekilere sevgiyle mal verenlere, duaya kalkanlara, zekatı verenlere, ahdettiklerinde ahdlerini ifa edenlere, zorlukta, sıkıntıda, darlıkta ve zor savaş zamanında sabredenleredir. İşte onlar doğrudurlar ve işte onlar sakınırlar. )

2/285 - Amener rasulü bima ünzile ileyhi min rabbihı vel mü'minun küllün amene billahi ve melaiketihı ve kütübihı ve rusülih la nüferriku beyne ehadin min rusülih ve kalu semı'na ve eta'na ğufraneke rabbena ve ileykel masır 
( Resul kendisine Rab’binden o indirilene inandı. İnananların hepsi Allah’a , meleklerine, kitabına, resullerine inandılar. "Resullerinden hiçbirini aralarında ayırmayız. Duyduk ve itaat ettik. Rab’bimiz senin affını dileriz ve varış yeri sanadır." dediler. )

4/39 - Ve maza aleyhim lev amenu billahi vel yevmil ahıri ve enfeku min ma razekahümüllah ve kanellahü bihim alima 
( Ve ne olurdu onlara ki, Allah’a ve sonraki güne inansalardı ve Allah’ ın onları rızıklandırdıklarından harcasalardı. Allah onları bilendir. )

4/136 - Ya eyyühellezine amenu aminu billahi ve rasulihı vel kitabillezı nezzele ala rasulihı vel kitabillezı enzele min kabl ve men yekfür billahi ve melaiketihı ve kütübihı ve rusülihı vel yevmil ahıri fe kad dalle dalalen beıyda
( Ey o inananlar, Allah’a , O’nun resulüne, resulüne indirdiği o kitaba ve daha önce indirdiği o kitaba inanın. Allah' ı, meleklerini, kitaplarını, resullerini ve sonraki günü inkar eden kimse uzak, derin sapıklığa sapmıştır. )

4/152 - Vellezine amenu billahi ve rusülihı ve lem yüferriku beyne ehadin minhüm ülaike sevfe yü'tıhim ücurahüm ve kanellahü ğafurar rahıma 
( Ve o Allah’a ve O’nun resullerine inananlar ve aralarında onlardan hiçbirini ayırmayanlara yakında ödülleri verilir. Allah affedendir, merhametlidir. )

4/175 - Fe emmellezine amenu billahi va'tesamu bihı fe seyüdhılühüm fı rahmetin minhü ve fadlin ve yehdıhim ileyhi sıratan müstekıma 
( Allah’a inanıp O'na sarılanları, kendisinden rahmet ve lutfa sokacak ve onları kendisine varan doğru yola yönlendirecektir. )

5/69 - İnnellezine amenu vellezine hadu ves sabiune ven nesara men amene billahi vel yevmil ahıri ve amile salihan fe la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun 
( Kesinlikle, o inananlardan, Yahudilerden, Sabiilerden ve Nasıralılardan Allah’a ve sonraki güne inanan ve iyilik yapan kimselere, onlara korku yoktur. Onlar hüzünlenmezler. )

9/18 - İnnema ya'müru mesacidellahi men amene billahi vel yevmil ahıri ve ekames salate ve atez zekate ve lem yahşe illallahe fe asa ülaike en yekunu minel mühtedın 
( Allah' ın mescidlerini, kesinlikle Allah’a ve sonraki güne inanan, duaya kalkan, zekatı veren ve Allah' ın haricindekinden korkmayan kimseler imar ederler. İşte onların yönlendirilenlerden olmaları umulur. )

24/62 - İnnemel mü'minunellezine amenu billahi ve rasulihı ve iza kanu mea hu ala emrin camiıl lem yezhebu hatta yeste'zinuh innellezine yeste'zinuneke ülaikellezine yü'minune billahi ve rasulih fe iz este'zenuke li ba'dı şe'nihim fe'zen li men şi'te minhüm vestağfir lehümüllah innellahe ğafurun rahım
( Kesinlikle o inananlar, Allah’a ve O’nun resulüne inanırlar. Onunla birlikte topluluğa ilişkin iş üzerinde olduklarında, ondan izin isteyene kadar ayrılıp gitmezler. Kesinlikle o senden izin isteyenler, işte onlar Allah’a ve O’nun resulüne inanırlar. O halde, bazı işleri için senden izin istediklerinde, onlardan dilediğin için izin ver. Allah onlara af eyler. Kesinlikle Allah affedendir merhametlidir. )

49/15 - İnnemel mü'minunellezine amenu billahi ve rasulihı sümme lem yertabu ve cahedu bi emvalihim ve enfüsihim fı sebılillah ülaike hümüs sadikun
( Kesinlikle o inananlar, Allah’a  ve O’nun resulüne inananlar, sonra şüpheye düşmeyenler, Allah yolunda mallarıyla ve nefisleriyle cihad edenlerdir. İşte onlar, onlar doğrulardır. )

57/19 - Vellezine amenu billahi ve rusulihi ulaike hümüs sıddikune veş şuhedau' ınde rabbihim lehüm ecruhüm ve nuruhüm vellezine keferu ve kezzebu bi ayatina ulaike ashabul cahım
( Ve o Allah’a  ve O’nun resullerine inananlar, işte onlar Rab’lerinin indinde doğru olanlar ve şahit olanlardır. Ödülleri ve aydınlıkları onlaradır. O inkar edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar. İşte onlar cehennemin sahipleridir. )

57/21 - Sabiku ila mağfiretin min rabbiküm ve cennetin arduha ke ardis semai vel ardı u'ıddet lillezine amenu billahi ve rusulihi zalike fadlullahi yu'tihi men yeşa'u vallahü zul fadlil azım
( Rab’binizden affa, Allah’a  ve O’nun resullerine inananlar için yayılıp düzenlenmiş, genişliği yerin ve göğün genişliği gibi olan cennete ilerleyin. Bu Allah' ın üstünlüğüdür, lütfudur. Onu dilediği kimseye verir. Allah büyük üstünlük, lütuf sahibidir. )































Thursday, June 11, 2020

Parmaklardaki enerji, Mudralar ve Salvatella

Parmaklar, bedendeki kozmik enerji noktalarıdır. Her parmağın farklı enerji akışı sağlayan özelliği bulunmakta olup, parmakların farklı psikolojik durumlara göre içgüdüsel olarak kodlanmış duruşları ve hareketleri Hinduizm'de* Mudra ( Mühür ) olarak adlandırılmaktadır. ( * Hinduizm'in pagan inanç anlayışı ayrı bir husus olup, hangi düşünce sistemi ve inanç akımı söz konusu olursa olsun faydalanılan öz bilginin Allahü Teala'nın bahşettiği Kur'an ilmi olduğu aşikardır. Dolayısıyla mevcut bilginin incelenmesi mutlak surette yeni açılım ve zihinsel gelişim sağlayacaktır. )

Parmakların yaydıkları kozmik enerjiler ve sembolize ettikleri anlamlar şöyledir.

Baş Parmak

Evrensel bilgelik ve zeka ile ilnitili olup, kaynak enerjiye bağlanmaya ve bu enerjiyi anlamaya yarar.  Baş parmak, Solar Çakra'yı ve değişen nefsi ( ego ) temsil etmekte olup ateş elementine bağlıdır. 

İşaret Parmağı

Jupiter parmağı olarak da anılmakta olup, bilgelik ve genişlemeyi temsil eder. Sükunet kaynağı olan İşaret Parmağı hava elementine ve Kalp Çakrasına bağlıdır.

Orta Parmak

Orta parmak Satürn gezegen enerjisine bağlıdır. Sorumluluk bilincini ve amaçlara sadakati sembolize eder. İlişkilerde güzellik, sabır ve anlayış getirerek ilişkileri güçlendirir.  Ether – Akaşa elementi ve Boğaz Çakrasıyla bağlantıdadır.

Yüzük Parmağı

Güneş ve Uranüs gezegen enerjilerini taşır. Güneş, yaşam enerjisi, sağlık ve cinselliği sembolize ederken, Uranüs sinir sisteminin rahatlamasını sağlar, sezgi ve hisleri güçlendirir. Toprak elementine ve Kök Çakraya bağlıdır.

Serçe Parmak

Merkür gezegenine bağlıdır. Pratik düşünceyi, iletişimdeki berraklığı, sezgiselliği, ruhsal gelişimi temsil eder. Serçe parmak su* elementine ve kuyruk sokumuna bağlıdır. ( * Su, evrensel veri tabanı olup, Serçe Parmak ilahi kozmik bilgilere açılan bir kapı niteliğindedir. )

"Salvatella Vein" ( Salvatella Damarı ) küçük parmağın arka tarafında yer alan toplardamara verilen isim olup, antik zamanlarda bu damardan kan akıtılması yoluyla melancholy* ve hypochondria * hastalığının tedavi edildiği bilgisi kayıtlarda mevcuttur. ( * Melancholy ve Hypochondria depresyon, endişe, üzüntü, karamsarlık ve ümitsizlik semptomlarıyla tezahür eden psikolojik hastalıklardır. )

"Salvatella" kelimesi "Salvat" ( Kurtarmak / Kurtarış ) ve "Ella" ( Küçültme soneki ) kelimelerinden oluşmaktadır. Kök kelime olan "Salvat" kelimesi Arapça'daki "Salavat" ( Dua, Rica, Şükür ) ve İngilizce'deki "Salvation" ( Kurtarış ) kelimelerinin de köküdür. Serçe parmaktaki damarın, "Kurtuluş" kelimesiyle ilintilendirilmesi oldukça dikkat çekicidir. Türkçe'deki "Salmak" ( Kurtarmak, Serbest bırakmak ) kelimesinin kökü de "Salavat" ve "Salvation" kelimelerindeki "Sal" köküdür.

Kur'an'da "Parmak" kelimesi "Benan" ( Parmaklar ) ve "Enamil" ( Parmak uçları ) kelimeleriyle yer almaktadır.

3/119 - Ha entüm ülai tühıbbunehüm ve la yühıbbuneküm ve tü'minune bil kitabi küllih ve iza lekuküm kalu amenna ve iza halev addu aleykümül enamile minel ğayz kul mutu bi ğayzıküm innellahe alimün bi zatis sudur
( Ha sizler öylesiniz ki, kitabın hepsine inanmanıza rağmen onları seversiniz de onlar sizi sevmezler. Size rastladıklarında, "İnandık." derler. Yalnız kaldıklarında ise, kinden, öfkeden üzerinize parmak uçlarını ısırırlar. De ki: "Kininizle, öfkenizle ölün." Kesinlikle Allah göğüslerin sahip olduğunu bilendir. )

Ayette "Gayz" ( Kin, öfke, dargınlık ) duygusu ile "parmaklar / parmakların ısırılması" kavramları arasında ilinti kurulmuş olması dikkat çekmektedir. Parmağın ısırılması ve muhtemelen de kan akıtılması yoluyla kin ve öfke duygularının ( melankoli, depresyon ) bastrılmasına işaret ediliyor olabilir.

8/12 - İz yuhıy rabbüke ilel melaiketi ennı meaküm  fe sebbitüllezıne amenu seülkıy fı kulubillezıne keferur ru'be fadribu fevkal a'nakı vadribu minhüm külle benan
( Zamanında Rab’bin meleklere "Kesinlikle ben sizinle birlikteyim. İnananlara sebat verin. İnkarcıların kalplerine korku atacağım. O halde boyunlarının üstüne vurun ve onların tüm parmaklarına vurun." diye vahyediyordu. )

Ayette "korku" duygusunun tezahürü için "parmaklara vurulması" kavramından bahsedilmektedir.

İncil'in Mark suresinde de Mesih İsa'nın "parmaklarını" kullanarak şifa enerjisi vermesinden bahsedilmektedir.

41-Mark-7-32 Ona sağır ve dili tutuk bir adam getirdiler, elini üzerine koyması için yalvardılar.
41-Mark-7-33 İsa adamı kalabalıktan ayırıp bir yana çekti. Parmaklarını adamın kulaklarına soktu, tükürüp onun diline dokundu.
41-Mark-7-34 Sonra göğe bakarak içini çekti ve adama, "Effata", yani "Açıl!" dedi.
41-Mark-7-35 Adamın kulakları hemen açıldı, dili çözüldü ve düzgün bir şekilde konuşmaya başladı.

John  suresinin aşağıdaki ayetinde de "Parmak" kelimesiyle "İman" kelimesi ilintilendirilmiştir.

43-John-20-27 Sonra Tomas'a, "Parmağını uzat" dedi, "Ellerime bak, elini uzat, böğrüme koy. İmansız olma, imanlı ol!"



Dışlamak mı? İçlemek mi?

İnsanlar genellikle tutum, düşünce ve davranış olarak ters düştükleri insanları dışlamak eğilimi gösterirler. Doğal gibi görünen bu davranış esasen nefsaniyet ve kibir olgularının bir yansıması olup, tekamül sürecini sekteye uğratan bir seçimdir. Zira yaratılıştaki düalite ilkesi ( ikilik / zıtlık ) tekamülün temel vesilesidir. Gizlide şiddet, nefret, öfke, kin, kötülük ve ard niyet içermeyen her türlü tutum ve düşünce aslında insanlar için kıyasa dayalı ruhsal ve zihinsel açılım sağlama potansiyeli taşımaktadır. Ayrıca, farklı fikirlerin ve düşüncelerin iletişimi doğru olanın birlikte sezilmesine, doğruya giden yolda ortak adımlar atılabilmesine ve kolektif bilinç tesisine vesile olabilmektedir.

Abese suresinde, ilmen geri, zihnen de gerçeklere kapalı olan yani "kalbi ile göremeyen" birisine ( "A'ma ( Kör ) olarak tanımlanmıştır. ) karşı sergilenen yanlış tutum misallendirilmektedir. 

80/1 - Abese ve tevella ( Çehresini çattı ve yüz çevirdi. )
80/2 - En caihul a'ma ( Ona kör geldi diye. )
80/3 - Ve ma yudrike leallehu yezzekka  ( Ve sana ne bildirir? Belki o temizlenecek. )
80/4 - Ev yezzekkeru fe tenfe'ahuz zikra ( Veya hatırlayacak. Böylece hatırlama ona fayda verecek. )
80/5 - Emma men istağna ( Ama o gani olmak isteyen, )
80/6 - Fe ente lehu tesadda ( Ki sen ona dönüp yöneliyorsun. )
80/7 - Ve ma aleyke en la yezzekka ( Ve sana ne temizlenmezse, )
80/8 - Ve emma men caeke yes'a ( Ve ama o sana çabalayarak gelen kimse, )
80/9 - Ve hüve yahşa ( Ve o korkarak, )
80/10 - Fe ente anhü telehha ( Ki sen onunla ilgilenmiyorsun. )

İncil'in Matta suresinin aşağıdaki ayetlerinde ise Mesih İsa'nın azgın günahkarlarla birlikte olması misali verilmektedir. Mesih İsa'nın kendisini eleştirenlere verdiği cevap "Dışlamanın hiçbir zaman ve hiç kimse için tekamül vesilesi olamayacağı" mesajını içermektedir.

40-Matthew-9-11 Bunu gören Ferisiler, İsa'nın öğrencilerine, "Sizin öğretmeniniz neden vergi görevlileri ve günahkârlarla birlikte yemek yiyor?" diye sordular.
40-Matthew-9-12 İsa bunu duyunca şöyle dedi: "Sağlamların değil, hastaların hekime ihtiyacı var.
40-Matthew-9-13 Gidin de, 'Ben kurban değil, merhamet isterim' sözünün anlamını öğrenin. Çünkü ben doğru kişileri değil, günahkârları çağırmaya geldim."



Nefsten feragat ve sabır

Tekamül yolcusu inananların ortak özelliği "nefislerinden feragat edebilmeleri" yani "kendi menfaatlerini değil başkalarının menfaatlerini önceliklendirmeleridir". Zira inananlar "başkası" diye bir kavram olmadığını tüm insanların "tek bir nefisten" yaratılmış olduklarını, "başkasının da kendileri olduğunu" ve yapacakları iyiliğin de kötülüğün de nihayetinde kendilerini etkileyeceğini bilirler. 

6/98 - Ve hüvellezi enşeeküm min nefsin vahıdetin fe müstekarrun ve müstevda kad fassalnel ayati li kavmin yefkahun
( Ve sizi tek nefisten inşa eden O'dur. Artık durak yeri ve emanet yeri vardır. Ayetleri, anlayan kavim için ayrıntılandırdık. )

5/32 - Min ecli zalike ketebna ala benı israıle ennehu men katel nefsen bi ğayri nefsin ev fesadin fil erdı fe ke ennema katelen nase cemıa ve men ahyaha fe ke ennema ahyan nase cemıa ve lekad caethüm rusülüna bil beyyinati sümme inne kesıran minhüm ba'de zalike fil erdı le müsrifun
( Bu sebepten, İsrailoğulları'na "Kesinlikle ki kim, nefise kıymayan veya yerde bozgun yapmayan nefsi öldürürse, kesinlikle tüm insanları topluca öldürmüş gibi olur. Kim onu yaşatırsa, insanları topluca yaşatmış gibi olur." diye yazdık. Onlara resullerimiz açık delillerle geldiler. Sonra, bunun ardından, kesinlikle birçoğu yerde müsrifler olurlar. )

59/9 - Vellezine tebevveüd dare vel imane min kablihim yühıbbune men hacere ileyhim ve la yecidune fi sudurihim haceten min ma utü ve yu'sirune ala enfüsihim ve lev kane bihim hasasatun ve men yuka şuhha nefsihi fe ulaike hümül müflihun
( Ve o onlardan önce yurtta yerleşip makam tutanlar ve onlardan inananlar, onlara göç edip ayrılanları severler. O verilenden göğüslerinde ihtiyaç bulmazlar. Şayet ihtiyaçları olsa dahi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, artık işte onlar, onlar iflah olurlar. )

Tekamül sürecinin başındaki insanların en büyük korkusu "ölüm korkusudur." Ancak algı ve dirak seviyesi yükseldikçe "ölümün" aslında "olum" olduğu yani "Öz Varlığın bir halden başka bir hale geçişini" tanımladığı kavranmaya başlanır. Dolayısıyla artık "ölüm korkusu" yerini "tekamül sevincine" bırakır. Zira Allahü Teala, ayetlerinde inananlar için "korku ve hüznün" söz konusu olmayacağını ayetlerinde defaatle bildirmektedir. Ayetlerde "Allah inancı" kavramının daima "ahiret inancı" kavramı ile birlikte zikredilmesi bu bağlamda çok önemli mesaj içermektedir. Çünkü Allah'a inanç, ölümün olmadığına ve lakin Rab'bin asli tesir nimeti vesilesiyle daimi yaşamın olduğuna inançtır.

2/62 - İnnellezine amenu vellezine hadu ven nesara ves sabiıne min amene billahi vel yevmil ahıri ve amile salihan fe lehüm ecruhüm ınde rabbihim ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun
( Allah’a ve sonraki güne inananlardan ve iyilikler yapanlardan olan o inanan Yahudilere, Nasıralılara ve Sabiilere, artık onlara Rab’lerinin indinde kesinlikle ödülleri vardır. Onlara korku yoktur. Onlar hüzünlenmezler. )

2/112 - Bela men esleme vechehu lillahi ve hüve muhsinün fe lehu ecruhu inde rabbihı ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun
( Bilakis. Kim yüzünü Allah’a teslim ederse ve o iyilik yapan olursa böylece Rab’binin indinde ödülü onadır ve üzerlerine korku yoktur ve onlar hüzünlenmezler. )

Dolayısıyla döngü sonunda yani ayağa kalkış sürecinde ( Yevmel Kıyameh / Kıyamet ( ayağa Kalkış ) Günü ) her inananın, tezahür edecek olaylar karşısında inancını, sabrını ve sebatını yitirmeden, insanlığın menfaati doğrultusunda korkudan ve hüzünden arınmış şekilde cehid ve gayret göstermesi gerekmektedir.

Kur'an'da yoğun inanç ve cesaret olgusuna güzel misallerden biri Hz. Musa'nın Firavun'un sihirbazları ile olan karşılaşması esnasında sihirbazların imana gelişi olarak yer almaktadır. A'raf suresinin aşağıdaki ayet setinde sihirbazların imana geldikten sonra Firavun'un ölüm tehdidi karşısındaki korkusuz, meydan okuyucu ve sabırlı tutumları bildirilmektedir. İmana gelen sihirbazlar, her varlığın nihayetinde nasıl olsa Allah'a döneceğini idrak ederek korku ve hüzün duygularından sıyrılmayı başarmışlardır.

7/123 - Kale fir'avnü amentüm bihı kable en azene leküm inne haza le mekrun mekertümuhü fil medıneti li tuhricu minha ehleha fe sevfe ta'lemun
( Firavun "Benim size izin vermemden önce ona inandınız. Kesinlikle bu, sahiplerini oradan çıkarmak için şehirde kurduğunuz hiledir, tuzaktır. O halde yakında bileceksiniz." dedi. )

7/124 - Le ükattıanne eydiyeküm ve ercüleküm min hılafin sümme le üsallibenneküm ecmeın
( Kesinlikle ellerinizi ve ayaklarınızı karşıtlamasına kestireceğim. Sonra kesinlikle sizi topluca astıracağım. )

7/125 - Kalu inna ila rabbina münkalibun
( "Kesinlikle biz Rab’bimize döneceğiz." dediler. )

7/126 - Ve ma tenkımü minna illa en amenna bi ayati rabbina lemma caetna rabbena efrığ aleyna sabran ve teveffena müslimın
( Ve sen ancak, bize geldiklerinde Rab’bimizin ayetlerine inandık diye bizden intikam alıyorsun. Rab’bimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi teslim olanlar olarak vefat ettir. )

Bakara suresinin 155. ve 156. ayetlerinde ise aldatıcı nefsani tatmin unsurlarından yoksun kalanların bu durumu bir "müjde" olarak algılamaları, korkmadan, hüzünlenmeden ancak sabrederek* inançlarını koruyarak mücadelelerine devam etmeleri gerektiği hatırlatılmaktadır. ( * "Sabr" kelimesi hiçbir şey yapmadan başına gelenleri kabullenmek, boyun eğmek değil, haksızlık ve adaletsizliğe karşı tüm gücüyle mücadele etmektir. İngilizce'deki "Sabre" kelimesinin "Bir tür kılıç" anlamına gelmesi "Sabır" kelimesinin mücadele kavramını içeriyor olduğuna delil niteliğindedir. )

2/155 - Ve le neblüvenneküm bi şey'in minel havfi vel cuı ve naksın minel emvali vel enfüsi ves semerat ve beşşiris sabirın
( Ve kesinlikle sizi, korkudan, açlıktan, malların, nefislerin ve meyvelerin, ürünlerin noksanlığından gibi şeylerle sınayacağız. Sabredenleri müjdele. )

2/156 - Ellezine iza esabethüm müsıbetün kalu inna lillahi ve inna ileyhi raciun
( Onlar onlara musibet isabet ettiğinde, "Kesinlikle biz Allah içiniz ve kesinlikle biz O'na döneceğiz." derler. )