1 Haziran 2020 Pazartesi

"Eşitlik mi? Adalet mi ?" meselesi..

"Eşitlik mi? Adalet mi ?" ikilemi sık tartışılan ve birçok yazar tarafından sık kaleme alınan bir husustur. Esas itibarıyla bu iki kelimeyi ayrıştırmak suretiyle yapılacak bir değerlendirme nihai yoruma ulaşma sürecinde engelleyici bir unsur teşkil edecektir. Zira bu iki kelime de aynı anlama gelmekte olup Arapça'daki "Adil / Adalet" kelimelerinin Türkçe karşılığı "Eş-Eşit / Eşitlik" kelimeleridir. Ancak bu kelimeler, algılandıkları şekilde ve bütünleyici bir yaklaşım ile değerlendirildiğinde ortaya şu cümle çıkmaktadır. 

"Eşitlik için adalet"

İnsanların, Allah'ın bahşettiği nimetlere ve imkanlara erişim konusunda eşit durumda olabilmeleri için bu nimetlerin insanlar arasında "adil" şekilde paylaşılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Zira "eşitlik" kavramı, belirli bir nimetin insanlara eşit paylaştırılması anlamına gelmemekte, o nimetin "adil" şekilde paylaştırılması vesilesiyle tüm insanların o nimetten "eşit" seviyede faydalanması anlamına gelmektedir.

Nimetlerin insanlara, eşit şekilde faydalanılması amacıyla bahşedildiği Fussilet suresinin 10. ayetinde bildirilmektedir.

41/10 - Ve ceale fıha ravasiye min fevkıha ve barake fıha ve kaddera fıha akvateha fı erbeati eyyam SEVAEN lis sailın

( Ve "Orada, onun üstünde dağlar oluşturdu. Orada bereket verdi. Orada, gıdaları azıkları, araştıranlar için dört günde EŞİT OLARAK düzenleyerek ölçülendirdi." )

Bir yazarın bu konuda ideal uygulama olarak verdiği bir örnek aslında doğru olmayan bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Söz konusu örnek, yazar tarafından aynen şöyle verilmiştir. ( Tam alıntıdır. )

"Süleymaniye Camiinin yapımında birçok taş yontma ustası çalışmakta ve Mimar Sinan bu ustalara eşit ücret yerine farklı ücretler takdir etmektedir. Kendilerine bazılarından daha az ücret ödendiğini farkeden ustalar, soluğu sarayda Padişah Kanuni Sultan Süleyman'ın kapısında alırlar ve Mimar Sinan’ı “kendilerine eşit davranmıyor” diye şikâyet ederler. Sultan Süleyman, Mimar Sinan’ı çağırıp “Hayrola mimar, hakkında şikâyet var. İşçilere eşit davranmayıp, adam kayırıyormuşsun, bir kısmına az, bir kısmına çok ücret veriyormuşsun” deyince, Mimar Sinan, "haksızlık değil, bizzat hakkı tahakkuk ettirdiğini" yani adaletli davrandığını söyler. Sultanı da, işçilerin yanına yakın bir çadıra davet eder ve onların nasıl çalıştıklarını görmelerini ister. Padişah gelince de, İŞÇİLERİN HER BİRİNİN VURDUĞU ÇEKİÇ DARBELERİNİ SAYAR VE İŞÇİLERE VURDUKLARI ÇEKİÇ ORANINA GÖRE ÜCRET VERİR. Bu uygulama Padişahın çok hoşuna gider ve Mimar Sinan padişahın takdirine mazhar olur. "

Adil uygulama olarak gösterilen bu örnekte aslında çok temel bir adaletsizlik bulunmaktadır. Zira, işçileri sadece "Çekiç darbesine adedine göre" ücretlendirme yöntemi, her işçinin eşit fiziksel özelliklere ( güç, dayanıklılık, sağlık durumu vb. ) sahip oldukları temel yargısına dayanmaktadır ki böyle bir yargı daha süreç başlamadan adaletsizliği tezahür ettirmektedir. Bu noktada temel kriter her işçinin fiziksel kapasitesine göre gösterdiği "gayret" olmalıdır. Çünkü fiziken daha güçlü, kuvvetli ve dayanıklı bir işçinin fiziken daha kuvvetsiz ve zayıf bir işçiye göre daha fazla çekiç darbesi vuracağı aşikardır. Bu durum sayısallaştırılacak olursa, 10 birim kapasitesi olan birisi 7 birimlik iş çıkartırken, 5 birim kapasitesi olan 5 birim iş çıkartıyorsa, 10 birim kapasitesi olan mı daha çok gayret göstermiştir, 5 birim kapasitesi olan mı? Elbetteki 5 birim kapasitesi olan....

İşte bu noktada "gayrete ve emeğe göre değerlendirme" yapılmaması halinde, insanların doğrudan Allah vergisi olan fiziksel ve düşünsel niteliklerine göre değerlendirilmeleri durumu ortaya çıkar ki bu kriterler insanların nimetlerden eşit faydalanmalarına asla bir engel teşkil etmemelidir. Aksi halde boyu uzun olanın kısa olana göre, kuvvetli olanın kuvvetsiz olana göre, üstün zekalı olanın normal zekalıya göre, Allah'ın eşit olarak bahşettiğini bildirdiği nimetlerden daha fazla faydalanmaları durumunu ortaya çıkarır ki bu durum da zaten bugün dünyadaki kan ve gözyaşının sebebi olan "Güçlü zayıfı ezer." felsefesinin bir tezahürü olur. ( Ancak elbette toplumsal düzeni ve çalışma yapısını kasıtlı olarak aksatan ve sistemi sabote edenlerin yine aynı toplum tarafından gereği gibi karşılıklandırılmaları da önemli bir husustur. )

Adil olması gereken değerlendirmenin, önder veya yönetici addedilen "tek bir kişinin" sübjektif yargısına bırakılması durumu da aslında toplunlar için başlıbaşına bir sorun teşkil etmektedir. Zira her kim olursa olsun, kendisinin de içinde bulunduğu toplumdaki insanların tümü için değerlendirme ve yargılama yapması ilahi kozmik sisteme de ters bir durumdur. Dünyada bu durumun böyle olmasının sebebi ise - tıpkı vahşi doğada güçlü olanın zayıfı ezmesi, yemesi fenomeninde olduğu gibi - yine bir sınav gereğidir. Zira her durumda olduğu gibi, aldatıcı dünya hayatında* "olması gerekenmiş" gibi kabul edilegelmiş yanıltıcı uygulamaların aslında "olmaması gerektiğinin" varlıklar tarafından idrak edilmesi ve aksi yönde mücadele etmeleri beklenmektedir. Bu noktada, "Gayret kuldan, sonuç Allah'tan" kuralı daima hatırlanmalı, ümitsizliğe ve yılgınlığa kapılmadan daima mücadele edilmelidir.

( * "Dünya hayatının aldatıcılığı" kavramı ayetlerde sıklıkla bildirilmekte ve inananlar uyarılmaktadırlar. )

Kur'an'da "adaleti gözetmenin", "önyargıya ve heveslere göre değerlendirmeden kaçınmanın" önemini vurgulayan bazı ayetler de şöyledir.

60/8 - La yenhakümüllahü anillezine lem yukatilüküm fid dini ve lem yuhricuküm min diyariküm en teberruhüm ve tuksitu ileyhim İNNALLAHE YÜHIBBÜL MUKSİTIN
( Allah sizi, sizinle din hakkında savaşmayanlar ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlar hakkında onlara iyilik yapmaktan, onlara adil davranmaktan men etmez. KESİNLİKLE ALLAH ADİL OLANLARI SEVER. )

4/135 - Ya eyyühellezine amenu kunu KAVVAMINE BİL KISTI şühedae lillahi ve lev ala enfüsiküm evil valideyni vel akrabın in yekün ğaniyyen ev fekıran fellahü evla bihima fe LA TETTEBEÜL HEVA EN TA'DİLU ve in telvu ev tu'ridu fe innellahe kane bima ta'melune habıra
( Ey o inananlar, ADALETİ KORUYANLAR, GÖZETENLER ve kendiniz, ana babanız ve yakınınız üzerine de olsa, Allah için şahitlik edenler olunuz. Zengin de olsa, fakir de olsa, Allah onlara evvel gelir, daha yakındır. O halde, ADİL OLURKEN HEVESE TABİ OLMAYIN. Eğer dilinizi eğip bükerseniz veya dönerseniz, kesinlikle Allah ne yaptığınızdan haberdardır. )

5/8 - Ya eyyühellezine amenu kunu KAVVAMINE lillahi şühedae BİL KISTI ve la yecrimenneküm şeneanü kavmin ala en la ta'dilu ı'dilu hüve akrabü lit takva vettekullah innellahe habırun bima ta'melun
( Ey o inananlar, Allah için ADLAETİ KORUYAN GÖZETEN şahitler olunuz. Bir kavime olan kininiz, size adil olmamayı icra ettirmesin. Adil olun, o sakınmaya daha yakındır. Allah’tan sakının, kesinlikle Allah ne yaptığınızdan haberdardır. )

5/42 - Semmaune lil kezibi ekkalune lis suht fe in cauke fahküm beynehüm ev a'rıd anhüm ve in tu'rıd anhüm fe len yedurruke şey'a ve İN HAKEMTE FAHKÜM BEYNEHÜM BİL KISTI innellahe yühıbbül muksitın
( Onlar, yalana kulak verirler ve haram yerler. O halde eğer sana gelirlerse, aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen, sana şey kadar bile zarar veremezler. EĞER HÜKMEDERSEN, ARALARINDA ADALETLE HÜKMET. Kesinlikle Allah adil olanları sever. )






















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder