24 Temmuz 2019 Çarşamba

Din = Borç = Ahde vefa

“Din” kelimesinin kökeni “Deyn” ( Borç ) kelimesine dayanmaktadır. Batı dillerindeki “Dignity”, “Dignite” ( Haysiyet ) kelimesi de aynı kökten kaynaklanmaktadır. “Din” kelimesi özünde “Verilen bir sözün, ahdin yerine getirilmesi”, “Borcun ödenmesi” anlamını taşımaktadır.

Bu durumda “Din”, “Ruh”’tan gelen tesirlerle madde alemi olan kainatta titreşen idrakli süptil madde halindeki bir “Öz Varlığın”, tekamül amacıyla kendisine kaba madde alemi olan dünyada “Beden”li yaşam ( İnsan olma ) bahşedilmeden önceki aşamada, yaşam sürecinde uyması gereken hususlar ve ifa etmesi gereken işler konusunda Yaratıcı’ya verdiği sözü ve buna karşılık O’ndan aldığı “borcu” ( yaşam liyakati ) ifade etmektedir. Özetle ortada ilahi ve kozmik bir “anlaşma” bulunduğu görülmektedir.

Konuya ilişkin ayetler şöyledir.

33/72 - İnna aradnel emanete ales semavati vel erdı vel cibali fe ebeyne en yahmilneha ve eşfakne minha ve hamelehel insan innehu kane zalumen cehula ( Kesinlikle göklere, yere ve dağlara emaneti biz gösterdik de onu yüklenip taşımaya yanaşmadılar, direttiler, çekindiler ve ondan korktular. Onu insan yüklendi. Kesinlikle o zalimdir cahildir. )

2/40 - Ya benı israılezkür ni'metiyelletı en'amtü aleyküm ve evfu bi ahdı ufi bi ahdiküm ve iyyaye ferhebun ( Ey İsrailoğulları*, o üzerinize verdiğim nimeti hatırlayın ve ahdime vefa edin ki ben de ahdinize vefa edeyim. Ve ancak benden korkun. )

*Ayetteki “İsrailoğulları” ifadesi, “İsra” ( Gönderi ), “El” ( İlah ) kök kelimelerini içermekte ve esas itibarıyla “Allah’ın Gönderisi” anlamını taşımakta ve dünyaya gönderilen “İnsan”’ı temsil etmektedir.

“Yevmed Din” ( Din Günü ) ve “Yevmel Hısab” ( Hesap Günü ) kavramlarının aynı dönemi temsil etmelerindeki sebeb de söz konusu dönemin, insanın yaşam sürecindeki düşünce, tutum ve davranışlarına ilişkin bir “hesap verme”, “borç ödeme durumunun değerlendirmesi” dönemi olmasıdır.

Ayrıca "Din" belirli ritüelleri sürekli tekrarlamaktan öte bir kavram olup, din, iyiliği ve doğruluğu aramak, kötülükten ve nefsaniyetten arınmaktır. "İyilik"'in anlamı ise Bakara suresinin 177. ayetinde açık olarak bildirilmiş ve dogmatik ritüelin ( Dua esnasında yüzün doğuya ve batıya çevirilmesi gibi ) tek başına dini vecibenin iifası anlamına gelemeyeceği vurgulanmıştır.

2/177 - Leysel birra en tüvellu vücuheküm kıbelel meşrikı vel mağribi ve lakinnel birra men amene billahi vel yevmil ahıri vel melaiketi vel kitabi ven nebiyyın ve atel male ala hubbihı zevil kurba vel yetama vel mesakıne vebnes sebıli ves sailıne ve fir rikab ve ekames salate ve atez zekah vel mufune bi ahdihim iza ahedu ves sabirıne fil be'sai ved darrai ve hıynel be's ülaikellezine sadeku ve ülaike hümül müttekun 
( Yüzünüzü doğu ve batı doğrultusuna çevirmenizde iyilik yoktur. Lakin iyilik, o Allah’a , sonraki güne, meleklere, kitaba, habercilere inananlara, sevdiklerine, yakınlarına, yetimlere, yoksula, yolda kalmışa, dilenenlere, boyunduruk içindekilere sevgiyle mal verenlere, duaya kalkanlara, zekatı verenlere, ahdettiklerinde ahdlerini ifa edenlere, zorlukta, sıkıntıda, darlıkta ve zor savaş zamanında sabredenleredir. İşte onlar doğrudurlar ve işte onlar sakınırlar. )

İlahi Nizam ve Kainat kitabında yer alan aşağıdaki bölüm de bu kapsamda dikkat çekmektedir.

“O insanın dünyada yaşaması, kendisine sahip olan varlığın, dünyaya inmezden evvel diğer vazifelilerle birlikte hazırlamış olduğu dünya tatbikatı plânını gerçekleştirmesi içindir. Binaenaleyh o varlık dünyaya gelmezden evvel yapması lâzım gelen işleri tasarlamış, gözüne almış ve onları yapacağına söz vermiştir. Mademki o buna söz vermiştir, dünyaya inişi de bu verdiği sözün tatbiki içindir, o hâlde dünyaya indikten sonra onun verdiği sözü tutması ve borcunu ödemesi, yâni tasarlanmış plânı tatbik etmesi şart olur. Zira vazife plânının tensibi ile kararlaştırılmış işlerin yapılması zarurîdir. Böylece karar verilen işler vicdan mekanizması muvazenesinin ahengi içinde tatbik edilir......... Bu kadar ince hesaplarla hazırlanmış bir plân etrafında bir sürü vazifelinin faaliyeti, emeği geçerek meydana getirilmiş bir bedenin sahibi olan varlığın, mensup bulunduğu mâşerî plânın fertlerine karşı elbette borçları olacaktır. Ve bu borçları o, daha dünyaya gelmezden evvel tekeffül etmiştir. Buna rağmen bir gün kalkar da bu hazırlayıcılar ve yardımcılar muvacehesinde vermiş olduğu sözü unutur, kararlarından döner, borçlarını red-deder, plânını tatbik etmekte tembellik gösterir ve hattâ üstelik intihar da etmeye kalkışırsa vazife sezgisine ne kadar aykırı ve uzak bir harekette bulunmuş olur. .................. Beden bir varlığa hizmet eder ve kaba dünya maddelerinde o varlığın sembolü olur. Tıpkı ruhun sembolü de daha derin mânâda varlık olduğu gibi. Şu hâlde dünyada, bedenden ruha kadar uzanan bu birbirinden farklı beden-varlık-ruh münasebeti insanlarda, bedenin içinde ruh varmış zehabını uyandırır.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder