27 Kasım 2021 Cumartesi

"Safsata" kelimesi

"Safsata" kelimesi Grekçe "Sophist" ( Soph = Bilgi ; ist = -cı ... Bilgici, Bilge ) kelimesinin Arapçada farklı telaffuz edilmiş hali olup, "Lafazanlık, Sofistlik" anlamına gelmektedir. Daha açık tanımlama ile "Safsata" kelimesi "Makul algısı yaratan ancak aldatıcı ve yanlış olan veya aldatma amacına kılıf yapılan söz" anlamında kullanılagelmiş bir kelimedir.

Atatürk'ün muhtelif söylemlerinde ve yazılarında "Safsata" kelimesine rastlamak mümkündür. Nutuk'ta yer alan bazı örnekler şöyledir.

"...."Saygıdeğer Efendiler, bu kadar kara cahil, dünya şartlarından ve gerçeklerden bu denli habersiz Şükrü Hoca ve benzerlerinin milletimizi kandırmak için, İslâmî hükümler diye yayınladıkları SAFSATALARIN gerçekte tekrarlanacak bir değeri yoktur. Ancak, bunca yüzyıllar boyunca olduğu gibi, bugün de, milletlerin cahilliğinden ve bağnazlığından yararlanarak binbir türlü siyasi ve şahsî maksatla çıkar sağlamak için, din âlet ve vasıta olarak kullanmak teşebbüsünde bulunanların memleket içinde de dışında da var oluşu, ne yazık ki, daha bizi bu konuda söz söylemekten alıkoyamıyor. İnsanlık dünyasında, din konusundaki uzmanlık ve derin bilgi, her türlü hurafelerden armarak gerçek bilim ve tekniğin ışıklarıyla tertemi ve mükemmel oluncaya kadar, din oyunu aktörlerine,her yerde rastlanacaktır....."

"Şükrü Efendi Hoca ve arkadaşları, Halife Meclis'in, Meclis Halifenindir SAFSATASIYLA, Millet Meclisi'ni Halife'nin danışma kurulu ve Halife'yi Meclis'in, dolayısıyla devletin başkanı gibi göstermek ve kabul ettirmek istemişlerdir."

"Halife ve bütün dünya kesin olarak bilmelidir ki, bugün var olan ve korunmakta bulunan Halife'nin ve halifelik makamının gerçekte ne dinî ve ne de siyasî bakımdan hiçbir anlamı ve varolma gerekçesi yoktur. Türkiye Cumhuriyeti SAFSATALARLA varlığını ve istiklâlini tehlikeye atamaz."

"Şer'iye Komisyonu'nda bulunan hoca efendiler, hilafetin saltanattan ayrılamayacağını, bilinen SAFSATALARA dayanarak iddia ettiler. Bu iddiaların yersizliğini ortaya koyup çürütmek için serbestçe konuşabilecek olanlar ortaya çıkar görünmediler."

Yukarıdaki cümlelerde de görüldüğü üzere Atatürk, "Safsata" kelimesini "Aldatmaya yönelik söylem, Aldatmak amaçlı olarak kullanılan söylem" anlamında kullanmıştır. Bir başka deyişle, söylemlerdeki kelimelerin veya cümlelerin doğrudan anlamlarını hedef almak yerine bu kelimelerin veya cümlelerin bazı iddialara nasıl kisve kılındığını vurgulamıştır.

Türk dili ve tarihi hususunda da derin çalışmalar yapmış olan Atatürk'ün 1931 yılında Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Yüksek Başkanlığı’na hitaben kaleme aldığı mektubundaki "Safsata" kelimesi kullanımı büyük tartışmalara yol açmıştır. Mektubun ilgili bölümü şöyledir.

“Mektubumuzda heyetinizin gözlemine çok şeyler arz olunduğunu zannederim. Bu görüşleri içeren mektup yazılıp zarfa konulduktan sonra çok önemli olduğu düşüncemizde bir defa beliren noktaları dikkatinize sunmayı önemli gördük. Son senelerde Istanbul’da yayınlanan gazetelerde Roman diye okuduğumuz bazı tarihi eserler vardır ki, bunlar şüphesiz yüksek heyetinizin gözleminden kaçmış değillerdir; Bu roman sayfaları bence gerçek tarih belgelerinin yorumudur; bu roman sayfalarında görülen şeyler yaklaşık şöyle açıklanabilir.

Arabistan yarımadasının kumsal çöllerinden; “Ikre, Bismi, Rabbi SAFSATASINI esas tutmuş olan Araplar, uygar dünyada, bilhassa Türk zengin uygar bölgelerinde bu ilkel ve cahiliyet devrinin simgesi olan ilkeye dayanarak yapmadıkları tahrifat kalmamıştır. Bu zihniyetle hareket edenler Islam’dan önce evrensel Türk uygarlığının bütün belgelerini imha etmekte engel görmediler.

Yazacağınız Islam tarihinin de bu doğrultuda toplayabileceğiniz belgelere dayanarak açıklanmasını önemli görürüm.”.....


Atatürk yukarıdaki mektubunda yer alan ifadelerinde özellikle herhangi bir ayete doğrudan atıfta bulunmak yerine, mektupta geçen örnek kelimelerin ( İkre ( Oku ) Bismi ( İsmiyle ) Rabbi ( Rab )* ) islâmi kisveye bürünmüş şeytaniler tarafından inananları aldatmak ve manipüle etmek amaçlı olarak kullanıldığına dikkat çekmiştir. Bir başka deyişle, bu kelimelerin doğrudan anlamlarını ve ifade ettiği değerleri hedef almak yerine bu kelimelerin bazı uygulamalara nasıl kisve kılındığını vurgulamıştır. Zira bu durum aynen bugün de devam etmekte, dini otorite addedilen şahıslar Kur'an ayetlerine farklı anlamlar yüklemek, ayet kelimelerini farklı anlamlarda kullanmak suretiyle inananları aldatmaya ve saptırmaya gayret etmektedirler. Atatürk, mektubundaki "Safsata" kelmesini tam tanımına uygun olarak yani "Makul görünen ancak aldatıcı amaca kılıf yapılan" anlamında kullanmıştır. 

* 96/1 kodlu ayetin ilk üç kelimesi

Bu husus Fatir suresinin 33. ayetinde "Allah ile aldatmak" ifadesiyle bildirilmektedir.

31/33 Ya eyyuhen nasutteku rabbekum vahşev yevmen la yeczi validun an veledihi ve la mevludun huve cazin an validihi şey'a inne va'dellahi hakkun fe la teğurrannekumul hayatud dunya ve LA YEĞURRANNEKUM BİLLAHİL ĞARUR

( Ey insanlar, Rab’binizden sakının. Ne babanın çocuğuna, ne de çocuğun babasına bir şey karşılık veremediği günden korkun. Kesinlikle Allah' ın vaadi gerçektir. O halde, dünya hayatı sizi kesinlikle aldatmasın. ALDATICI SİZİ KESİNLİKLE ALLAH İLE ALDATMASIN )

Mektupta, ilgili kelimelerin "ilkel ve cahiliyet devrinin simgesi" olarak nitelenmesi de dikkat çekmektedir. Zira tanımlamaya dikkat edildiğinde doğrudan kelimelere ilişkin bir niteleme yapılmadığı, bu kelimelerin cahiliyet dönemine ışık tutan, o dönemdeki ilk bilgilenmeye vesile olan  kelimeler oldukları için simge olarak belirtildiği görülmektedir. 

Atatürk'ün Allah inancını yansıtan ifadeleri Nutuk'ta "Allah" kelimesi kullanımı vasıtasıyla şöyle yer almaktadır.

"Hâmit Bey' in bu telgrafına 21 Temmuz 1919 tarihinde verdiğimiz bir cevapta: "İNŞALLAH her şey olacaktır. Yalnız, milletin güvenebileceği bir kabine kurabilmek için, önce o kabinenin dayanabileceği bir kuvveti meydana getirmek lâzımdır. O da Doğu illeri kongresinin ve onun arkadasından da Sivas genel kongresinin toplanması ile gerçekleşecektir" dedik."

"Maalesef, benim doğum yerim bugünkü sınırlar dışında kalmış buIunuyor. İkincisi, herhangi birseçim bölgesinde beş yıl oturmuş da değilim. Doğum yerim, bugünkü millî sınırların dışında kalmıştır. Fakat, bu böyle ise, bunda benim en küçük bir kasıt ve kabahatim yoktur. Bunun sebebi, bütün memleketimizi, milletimizi batırıp yok etmek isteyen düşmanların işgal ve istilâ hareketlerinin kısmen önlenememiş olnıasıdır. Eğer düşmanlar maksatlarında tam bir başarıya ulaşmış olsalardı, ALLAH KORUSUN, bu tasarıya imza koymuş olan efendilerin de doğum yerleri sınır dışında kalabilirdi."

"Hâmit Bey' in bu telgrafına 21 Temmuz 1919 tarihinde verdiğimiz bir cevapta: "İNŞALLAH her şey olacaktır. Yalnız, milletin güvenebileceği bir kabine kurabilmek için, önce o kabinenin dayanabileceği bir kuvveti meydana getirmek lâzımdır. O da Doğu illeri kongresinin ve onun arkadasından da Sivas genel kongresinin toplanması ile gerçekleşecektir" dedik."

Atatürk'ün "Peygamber" bilincini yansıtan ifadesi Nutuk'ta şöyle yer almaktadır.

"Saygıdeğer Efendiler, İstanbul'un dokunduğumuz ve açıklamasını yaptığımız bu can sıkıcı durumu ile uğraşırken, memleketin doğu ucunda da bir YALANCI PEYGAMBERİN yarattığı oldukça önemli ve kanlı bir olay geçiyordu."

Atatürk, Nutuk'unda, bugün küresel şeytanların "safsata" metoduyla yani "makul ve rahmani algısı yaratan ancak içeriği aldatıcı ve şeytani olan" Tek Dünya Devleti projesinin uygunsuzluğuna da değinmiştir.

"Çeşitli milletleri, ortak ve genel bir ad altında toplamak ve bu çeşitli unsurlardan oluşan kitleleri eşit haklar ve şartlar altında bulundurarak güçlü BİR DEVLET kurmak, parlak ve çekici bir siyasî görüştür. Fakat ALDATICIDIR. Hattâ, hiçbir sınır tanımayarak, dünyadaki bütün Türkleri bile BİR DEVLET halinde birleştirmek, varılması imkânsız bir hedeftir. Bu,yüzyılların ve yüzyıllarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı olaylarla meydana koyduğu bir gerçektir. Panislâmizm ve Panturanizm siyasetinin başarıya ulaştığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte tesadüf edilememektedir. Irk ayrılığı gözetmeksizin, bütün insanlığı içine alan TEK BİR DÜNYA DEVLETİ kurma hırslarının sonuçları da tarihe yazılmıştır. İstilâcı olmak hevesleri konumuzun dışındadır. İnsanlara her türlü şahsî duyguve bağlılıklarını unutturup, onları tam bir kardeşlik ve eşitlik içinde birleştirerek, insancı bir devlet kurma teorisinin de kendine göre şartları vardır. Bizim, kendisinde açıklık ve uygulama imkânı gördüğümüz siyasîilke, millî siyasettir. Dünyanın bugünkü genel şartları, yüzyılların dimağlardave karakterlerde yerleştirdiği gerçekler karşısında hayalci olmak kadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin ifadesi budur, ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir."

Atatürk, dinin saf, temiz ve anlaşılır haliyle tüm insanlık tarafından benimsenmesine olan arzusunu da dile getirmiştir. Ayrıca Atatürk kolektif insanlık bilincinin bir sonucu olarak tezahür etmesi düşünülebilecek olan Birleşik Dünya Devleti'nin, insanın mevcut kibirli niteliği nedeniyle ancak bir hayal olduğunu vurgulaşmıştır.

Efendiler, bütün insanlığın görgü, bilgi ve düşüncde yükselip olgunlaşması, Hristiyanlığı, Müslümanlığı, Budizmi bir yana bırakarak basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak duruma getirilmiş saf ve lekesiz BİR DÜNYA DİNİ kurulması ve insanların, şimdiye kadar kavgalar, çirkeflikler, kaba istek ve iştahlar arasında bir sefalethanede yaşamakta olduklarını kabul ederek, bütün vücutları ve zekâları zehirleyen zararlı tohumları yok etmeye karar vermesi gibi şartların gerçekleşmesini gerektiren BİRLEŞİK BİR DÜNYA DEVLETİ kurma hayalinin tatlı olduğunu inkâr edecek değiliz. Türkiye'ye musallat olmamak şartıyla, hilâfetçileri ve Panislâmizm taraftarlarını memnun etmek için, bu tasavvur ve tahayyül bir dereceye kadar bizde de tasvir edilmişti. Ortaya atılan görüş şuydu : Avrupa'da, Asya'da, Afrika'da ve diğer kıt'alarda yaşayan Müslüman toplumları, gelecekte herhangi bir gün kendi irade ve arzularını kullanacak bir güç ve özgürlüğe kavuşurlar ve o zaman lüzumlu ve yararlı görürlerse, çağın gereklerine uygun birtakım uyuşma ve birleşme noktaları bulabilirler."























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder