21 Eylül 2021 Salı

Pandemi ve aşılama sürecine bakış

Son iki yıldır insanlığı adeta kilitlemiş olan "Coronavirus pandemisi" ve ardından gelen "Aşılama süreci" hakkında, herhangi bir muhalefet veya karşıtlık yaklaşımından bağımsız ve objektif olarak, sorgulanmaya muhtaç bazı hususların olduğu aşikardır. İlgili hususlar pandemi ilanından bugüne kadarki sürece ilişkin olarak maddeler halinde sıralanmıştır.

* Bir yazılım şirketi sahibi olan ayrıca tarım, gıda ve aşılama alanlarında da faaliyetleri olan meşhur şahısın 2015 yılında yaptığı TED konuşmasında "gelecekte virüse bağlı salgın olacağından" bahsedebilmesi başlıbaşına incelenmesi hatta soruşturulması gereken bir konudur.

* 2016 yılında, sözde dünyadaki 1 milyar mültecinin  kimliklendirilmesini hedefleyen ID2020 isimli dijital kimlik projesinin isminde, DSÖ ( Dünya Sağlık Örgütü ) tarafından pandemi ilanının yapıldığı 2020 yılına işaret edilmesi dikkat çekmektedir. 

* Avrupa Birliği'nin 2018 - 2022 yılları için planlamış olduğu Vaccination Card / Vaccination Passport ( Aşı Kartı / Aşı Pasaportu ) uygulamasının pandemi süreci zamanlaması ile tam örtüşmesi pandeminin, küresel aşılamanın ve buna bağlı dijital kimliklendirme projesinin gerçekleştirilebilmesi için bir vasıta olduğu izlenimini oluşturmaktadır. Zira Avrupa Birliği son olarak aşı kartlarının dijital kimliğe dönüşeceğini, dijital kimliklerin kişinin her türlü bilgisini ( sağlık, finans vb. ) içereceğini ve dijital cüzdan olarak da kullanılabileceğini bildirmiştir.

* Yahudi bir yazarın 2018 yılında Davos'ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'nda yapmış olduğu ve alkış aldığı! konuşmasındaki ifadeler açık ve net bir şekilde etik dışı olup, mahremiyet ve kişisel veri hukukuna aykırılık teşkil etmekte yani esasen suç teşkil etmektedir. YNH özetle şunları söylemiştir. “Gezegenin yöneticileri veriye sahip olanlar olacak.”, “İnsanlar sınıflara değil türlere ayrılacak.”, “İnsanoğlu hacklenecek. Bir şeye müdahale ettiğinizde onu hacklediğinizde o şeyin mühendisliğini de yapabilirsiniz.”, “Bedendeki ve beynin içindeki veriler takip edilecek.”, “Yapay zeka bize bilişim gücü veriyor.”, “Organizmalar algoritmadan ibarettir.”, “Dikkatli olmazsak dijital diktatörlüğün yükselişi olabilir.“, “Bulutların üstündeki TANRININ akıllı tasarımı DEĞİL, BİZİM akıllı tasarımımız ve bulutlarımızın akıllı tasarımı. IBM bulut, Microsoft bulut”, “Verilerin mülkiyetinin bu kadar önemli olmasının nedeni budur. Eğer onu düzenleyemezsek, KÜÇÜK BİR ELİT, sadece insan toplumlarının geleceğini değil, gelecekteki yaşam biçimlerini de KONTROL altına alabilir. Şu anda büyük SİRKETLER verilerin çoğunu elinde tutuyor.”

* Rockefeller Foundation'un ( Rockfeller Vakfı'nın ) Mayıs 2010'da yayımladığı "Future of Technology and International Development" ( Teknolojinin Geleceği ve Uluslararası Gelişim ) başlıklı raporunda pandemi senaryosunun, kapanmaların, ekonomik daralmanın, artan hükümet kontrolünün vb. yer alması pandeminin yeni bir sürece geçiş için kurgulanmış bir proje olduğunu ortaya koymaktadır. Raporun kapağındaki dünya haritasında tüm kıtaların içlerinin 0 ve 1 rakamları ile doldurulmuş olması da küresel çapta dijitalizme geçişe ( dijital dönüşüm ) işaret etmektedir.

* DSÖ'nün 2019 yılında yaptığı "Global Vaccination Plan" ( Küresel Aşılama Planı ) toplantısında zikredilen "A different approach for global vaccination" ( Küresel aşılama için farklı bir yaklaşım ) ifadesi de pandeminin küresel aşılamaya sebep yaratmak için kurgulandığını yani anılan ifadedeki “farklı yaklaşım” olduğunu ortaya koymaktadır.

* Yazılım şirketi sahibi ve GAVI ( Global Alliance for Vaccines and Immunizations / Küresel Aşı ve İmmünleştirme Birliği )'nin büyük finansör ortağı olan yazılım şirketi sahibi şahısın pandemi süreci içinde kendinden emin bir şekilde "Küresel nüfusun tamamı aşılanmadan normale dönülemez." söylemi ayrıca dikkat çekmektedir. Doktor sıfatı olmayan bu şahsın böylesine kendinden emin bir şekilde küresel çapta hüküm vermesi de ayrıca haddini aşma ve suç niteliğindedir.

* Türkiye'nin 11. Stratejik Kalkınma Planı'nın 2019 - 2023 dönemini ( tam pandemi süreci ) kapsaması ve sağlıkla ilgili 61. maddede "Deri altı çipler"den bahsedilmesi de yine pandeminin belirli yerel ve küresel uygulamalara vasıta olması için belirli bir zümre tarafından kurgulanan ve belirli mercilere önceden bilgisi verilen bir proje olduğu izlenimini oluşturmaktadır.  

* 18.10.2019 tarihinde yani COVID19 pandemisinden birkaç ay önce New York'ta, John Hopkins Sağlık Güvenliği Merkezi, Dünya Ekonomik Forumu ve Bill & Melinda Gates Vakfı ortaklığı ile bir pandemi durumunda ekonomik ve sosyal zayiatı minimize edebilmek amacıyla kamu ve özel sektörün işbirliği halinde yapması gerekenleri konu alan "Event 201" isimli bir uygulama gerçekleştirilmiştir. 

* 2019 yılında ilgili üst merci tarafından "Pandemik Influenza Ulusal Mücadele Planı" hazırlamış olması ve dökümanın hazırlanma tarihiyle pandemi tarihinin ve virüsün isminin ( COVID19 ) uyum arzetmesi de dikkat çekmektedir. Zira bu dökümanın başlığında “Pandemik” yerine “Epidemik” de yazabilirdi. “Epidemik” belirli bir bölgedeki salgını, “Pandemik” ise birçok ülkeye yayılmış salgını tanımlamaktadır. “Pandemik” vakasının ortaya çıkacağı önceden bilinmekte miydi?

* COVID19'un laboratuarda üretilmiş sentetik bir virüs olduğu artık yetkili merciler tarafından dahi ifade edilmektedir. Ancak DSÖ 09.02.2021 tarihinde "Covid19'un laboratuvardan sızmış olmasına ihtimal vermiyoruz. Laboratuvardan sızma tezini daha fazla araştırmaya gerek yok." beyanında bulunduktan sonra 16.07.2021 tarihinde "Covid19'un Çin'deki bir laboratuvardan sızmış olabileceği teorisini yok saymak için henüz erken." beyanında bulunmuştur.

* Öte yandan 2019 yılında ve öncesinde vizyona giren birçok distopik filmde virüse bağlı pandemi ve yapay zekaya bağlı dijital dikta rejimi konusunun işlenmesi de ayrıca önem arzetmektedir. Bilindiği üzere küresel elit, operasyonlarına ilişkin bilgileri önceden topluma aktarmaktadır. Bu taktiğin sebepleri; ifşa ederek gizlemek, bilgiyi komplo söylentileri yayarak itibarsızlaştırırken mesajı da vermek, yapılacak olanı önceden duyurarak kitleleri bilinçaltında hazırlamak, kitle zikri yaptırmak suretiyle gerçekleşmeyi sağlamak. 

Ayrıca bkz.

https://kuranilmi.blogspot.com/2020/09/gizleyerek-ifsa-olmak-veya-ifsa-ederek.html

https://kuranilmi.blogspot.com/2020/01/kuresel-seytanlar-uygulamalarn-ve.html

* Coronavirus salgını 11 Mart 2020 tarihinde DSÖ tarafından pandemi olarak tanımlanmış ve aynı tarihte Türkiye'de ilk vaka görülmüştür. Coronavirus süreci tarihler, teknik tespitler ve kodlamalar itibarıyla adeta bir 11 nümerolijisi şölenine dönüşmüştür. Bir başka deyişle süreç içindeki önemli gelişmeler ve bilgilerde sürekli olarak 11 nümerolojisi göze çarpmaktadır. Bu durum da pandemi vakasının yeni bir 9/11 ritüeli olduğu algısını yaratmaktadır. ( 11 nümerolojisiyle uyumlu ritüeller yeni bir süreç başlangıcı aşamasında, halden hale geçiş / farklı boyuta geçiş kavramlarına istinaden gerçekleştirilmektedir. )

* Çözüm olamayacağı aşikâr olan kapanma uygulamaları çözüm olmamış aksine birçok insanda ve özellikle 65 yaş üstü insanlarda hareketsizlik, stres ve depresyona yani korkua bağlı hastalanmalar ve ölümler oluşmuştur.

* Halk evlere kapatılırken yetkili bazı mercilerin kapalı alanlarda tıklım tıklım toplantılar yaptıklarına şahit olunmuştur. Bu durum “Hani salgın vardı?” sorusunun sıkça sorulmasına ve tepkilere neden olmuştur.

* Süreçte gerek yetkili merciler ve gerekse medya tarafından sürekli olarak korku frekansı pompalanmış ve toplum psikolojisi çökertilmiştir. Korku, vücut frekansını düşüren, bağışıklık sistemini zayıflatan ve hatta doğrudan hastalanmaya ve ölüme sebebiyet veren bir olgudur.

* Faz çalışmaları tamamlanmamış ve dolayısıyla ruhsatlandırılmamış kimyasal materyellere acil kullanım onayı ile aşı niteliği kazandırılmış ve dünya bir laboratuara, tüm insanlar da deneklere dönüştürülmüştür.

Veya daha da ilginç olabilecek olanı, yaklaşık otuz yıldır üzerinde çalışılan ve esası "Programlanabilir RNA molekülü / Programlanabilir Virüs" olan mRNA molekülleri ( gen terapi materyelleri ) Afrika'da yıllardır sürdürülen aşılama operasyonu kapsamında yaşlı, genç, çocuk, kadın, hamile vb. üzerinde denenmiş denenmiş, faz çalışmaları burada tamamlanmış olabilir. Bu durum da mRNA aşısına ilişkin her türlü detaya hakim olunduğunu, aşının insanlarda hangi kriterlere göre hangi etkileri oluşturduğunun bilindiğini, sanki pandemi kapsamında iki Türk doktor tarafından bulunmuş da acil kullanım onayı ile kullanıma sunulmuş havası yaratıldığını ortaya koyabilir. Aşı şirketlerinin ve yetkili mercilerin aşılamaya ilişkin hiçbir sorumluluk almamaları da aşının kısa ve uzun vadeli etkilerinin ( kardiyovasküler hastalıklar, kanser, kısırlık, bağışıklık sistemi hastalıkları vb. ) net olarak bilindiği izlenimini uyandırmaktadır. Ayrıca bu durum küreselcilerin dünya nüfusunun azaltılması planıyla da uyum arzetmektedir.

* Virüs ve aşılar konusunda henüz olgunlaşmamış, bilimsel doğruluğu netleşmemiş, doğruluğu şüpheli bilgiler yetkili sıfatıyla medyada konuşan kişiler ve medya tarafından sürekli olarak tekrarlanmıştır. Belirli söylemlerin, kelimelerin veya sayıların sürekli olarak tekrarlanması çok tekrar ile zihin kontrolü, zihin programlaması ( şartlaması ) ve bilgi ekme metodudur.

* Aşının içeriği ve etkileri hususunda belirsizlik ve güvensizlik söz konusudur. Zira ithal edilen aşının teknik standartlarını ve içeriğini test  ve teyid edecek yeterli bir donanım olup olmadığı da net değildir. Ancak bazı tıp otoriteleri sanki aşının kimyasal içeriğine ilişkin analizleri bizzat kendileri yapmışlar gibi aşılama operasyonunu savunmaktadırlar.

* Önce inaktif bir aşı iki doz yapılmış olup şimdi ise bu aşıya ilave olarak bir doz da mRNA aşısı yapılması gerektiği, aksi halde aşının korumayacağı bildirilmektedir. Ve hatta üç doz mRNA veya iki doz inaktif bir doz mRNA gibi tarifeler dayatılmaktadır. Ancak sürekli gündeme getirilen yeni mutasyonlara / varyantlara karşı aşının ne kadar koruyacağı belirsizdir. Ayrıca ısrarla mRNA aşısına yönlendirme yapılması da dikkat çekmektedir. Aşıların ithal edilmesi ve uygulanması için geçen 7-8 aylık zamanda zaten virüs mutasyona uğrayıp varyantlarını ürettiğinden yapılan aşıların etkisi bulunmamaktadır. Bu nedenle "hatırlatma aşısı” vb. gibi uyduruk söylemlerin ardına sığınılarak çoklu dozlar uygulanmaya çalışılmaktadır. Bu yaklaşımla her altı ayda bir aşılanma gerekir ki bu da potansiyel komplikasyonlar ( Cytokine Fırtınası vb. ) açısından tehlikelidir. Salgın esnasında aşılama yapılmasının ve ayrıca çok doz uygulanmasının zaten mutasyon tetikleyicisi olduğu da bilinmektedir. Yani bir kısır döngü oluşmakta ve aşının çözüm olmadığı hatta ilerleyen süreçte sorunun ( mutasyon,varyant ) kaynağının aşının kendisi olduğu ortaya çıkmaktadır.

* mRNA aşısı çok iletken olan Grafen Oksid içermektedir. Grafen oksid RNA molekülünün hücre çekirdeği içine girmesini sağlamaktadır. Bu maddenin iletken olması nedeniyle aşı olmuş bir kişinin hücre fonksiyonları yüksek elektromanyetik frekans ( 5G+ ) iletisi vasıtasıyla manipüle edilebilir ve RNA moleküllerinin ( virüsün ) mutasyonu sağlanabilir. ( Bir laboratuar üretimi olan Coronavirus'ün de iletken madde içermesi kuvvetle muhtemeldir. )

* mRNA henüz aşı  özelliğini kazanmamış olan ve Faz3 denemesi tüm insanlık denek olarak kullanılmak suretiyle yapılmaya çalışılan kimyasal bir bileşiktir.

* Mayıs 2021'de EMA ( European Medication Agency / Avrupa İlaç Ajansı ) Biontech aşılarının saklama koşullarını değiştirme kararı almıştır. Saklama koşulu "Eksi 80 santigrad derecede 5 güne kadar muhafaza" iken "Buzdolabı sıcaklıklarında (2 - 8 santigrad derece ) 1 aya kadar muhafaza" olarak değiştirilmiştir. Anılan iki koşul arasında muazzam ve mantıksız bir fark bulunmakta olup, bu değişimin neden ve nasıl yapıldığına ilişkin herhangi bir teknik açıklamada da bulunulmamıştır.

* Aşının koruyuculuk oranı ve süresi hususunda da belirsizlik ve güvensizlik oluşmuş durumdadır. Zira bu bilgilerin netleşebilmesi ve bilimsel olarak teyid edilebilmesi için aşılamadan sonraki en az iki yıllık bir sürecin gözlemlenmesi ve istatistiki verilerin derlenmesi gerekmektedir.

* Virüsün aşılanana da bulaştığı, aşılananın da virüsü bulaştırdığı, aşılananın da hastalanabildiği belirtilmesine rağmen salgını aşısızların yaydığı, pandeminin esasen "aşışızların pandemisi" olduğu çok tekrar taktiği ile telkin edilmeye ve toplum kutuplaştırılmaya, ayrıştırılmaya çalışılmaktadır.

* Coronavirus bir "programlanmış virüs" niteliği arzettiğinden dolayı girdiği her bünyenin genetik özelliklerine, yaşına, cinsiyetine, kronik hastalık durumuna, alerjik olup olmamasına vb. bağlı olarak farklı etkiler ve sonuçlar oluşturabilmektedir. Bu nedenle aşı bir çözüm olmayıp gerçek çözüm bağışıklık sistemini güçlendirici gıdaların ve vitaminlerin almasıdır.

* Bir aşı şirketini temsil eden ve medyatik hale gelen şahısın aslında sağlık konusunu bir “pazar faaliyeti” olarak gördüğü web sitesindeki “Pazara yeni aşı getiriyoruz.” ifadesinden anlaşılmaktadır. İnsanlığı ve/veya dünyayı “pazar” olarak nitelemek sorgulanacak bir zihniyettir. Marvel Prodüksiyonun Wonder Woman film serisindeki Dr. Poison ( Dr. Zehir ) karakterinin Türk olması da ilginç soruları gündeme getirmektedir. Pandeminin bir kurgu olduğu baz alındığında mRNA aşısının da tıpkı PCR test cihazları gibi çok önceden hazırlanmış olması kuvvetle muhtemeldir. ( Anılan şahıs 1 trilyon doz aşı üretiminden bahsetmektedir. Bu aşının kimlere ve hangi zaman diliminde yapılması planlanmaktadır.? )

* Yazılım şirketi sahibi şahıs 15 Eylül 2021 tarihli habere göre ''Tek gerçek çözüm, tüm dünyaya yetecek kadar aşıyı 100 günde üretebilecek fabrikalar üretmek. BİR SONRAKİ PANDEMİDE 100 günde herkes için aşı üretebilme gayelerine ulaşmak adına, dünyanın en büyük aşı üreticisi Serum Enstitüsü'nün bulunduğu Hindistan'da ve diğer gelişmekte olan ülkelerde devasa mRNA aşısı fabrikaları olmasını sağlayacağız." diyerek süreci bilgisayar teknolojisindeki asla sonlanamayacak olan ticari bir kurgu olan "Virüs / Antivirüs" kısır döngüsüne indirgemiştir. Bu ifadesi de tıpkı 2015 yılındaki TED konuşması gibi soruşturma gerektiren bir durumdur.

* ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü “vücut içinde kendi kendine gelişebilen ve tüm varyantlara karşı koruma sağlayabilecek mRNA bazlı yeni bir aşı geliştirildiğini” duyurmuştur. İleride oluşabilecek varyantlar nasıl bilinebilmektedir? Böyle bir bilginin ve teknolojinin varlığı Coronavirus’ün özelliklerinin çok iyi bilindiğini ve aslında aşıyı üretenlerin virüsü de ürettiklerini ve dolayısıyla aslında herşeyin insanları aşılayabilmek için kurgulanmış bir tuzak olduğunu ispatlar niteliktedir.

* 1988 yılında HIV virüsünü keşfederek Nobel ödülü alan Fransız virolog Luc Montagnier ve 1988 yılında mRNA moleküllerinin protein sentezinde kullanılması tekniğini keşfeden Amerikalı virilog Robert Malone salgın süreci içinde yapılan aşılamanın virüs mutasyonunu ve etkin varyant oluşumunu tetiklediğini belirtmektedir. Bir başka deyişle mutasyonlar ve varyant oluşumları esasen aşılananların vücutlarında gerçekleşmektedir. Bu durum bir "Aşı & Mutasyon" kısırdöngüsünün tezahürüne sebeb olmakta ve aşılama yoluyla sürecin dilendiği kadar uzatılabileceği izlenimini vermektedir. Her yıl aşılama yapılmalı söyleminin altında yatan şeytani amaç da zaten mutasyon ve buna bağlı varyant oluşumu sürecinin devam ettirilmesidir.

* Ünlü aşı bilimcisi virolog Dr. Geert Vanden Bossche de salgın süreci içinde yapılan kitle aşılamasının virüsün çok uzun sürede geçireceği mutasyonları çok kısa sürede geçirmesine sebeb olduğunu ve mevcut aşılama sürecinin salgının sonlanmamasının ana sebebi olduğunu belirtmektedir. Zira İspanyol Gribi dahi o dönemki koşullar altında iki yılda sönümlenirken COVID19 salgınının üçüncü yılına girmekte olması üzerinde derin! düşünülmesi gereken bir husustur.

* COVID19'un HIV ve Malaria molekülleri içeren, laboratuar üretimi sentetik bir virüs olduğunu söyleyen Nobel ödüllü Fransız virolog Luc Montaigner pandemilerin aşı ile sonlanamayacağını, sürü bağışıklığı ve virüsün mutasyon geçirerek etkisinin azalması ile sonlanacağını belirtmiştir. Montaigner salgın süreci içindeyken aşılama yapmanın, zaten mutasyon süreci içinde olan virüsün zayıf değil güçlü varyantlar üretmesine sebep olacağını da vurgulamıştır.

* Süreç içinde, zaten daha çok antikor ürettikleri için çocukların aşılanmayacakları belirtilmiş olmasına rağmen şimdi çocuklar ısrarla aşılanmak istenmekte ve aşılama yaşı 12 yaşa kadar indirilmektedir. Ayrıca çocuklara okullarda sürekli olarak maske taktırılması da "histotoksik hipoksi" ( toksik bazlı oksijen yetmezliği ) riski oluşturmaktadır. Öte yandan maske günde 6-7 saat takılabilecek bir materyel değildir.

* Üniversiteler genelge yayımlamak suretiyle aşısız veya PCR testsiz giriş kabul etmeyeceklerini bildirmektedirler. Bu uygulama hukuka ve insan haklarına aykırılık teşkil etmektedir. Bu aşı dayatması anayasal ve hukuki olmadığı gibi adeta bir “tecavüz” niteliği taşımaktadır.

* Mutasyonlar sonucu oluşan varyantların bulaşıcılığının yüksek, öldürücülüğünün ise düşük olduğu belirtilmiştir. Ancak yayımlanan günlük raporlara bakıldığında ölüm sayılarının arttığı ve bu yolla korku telkin edilmeye çalışıldığı görülmektedir. Sağlık yetkilisinin “Her gün bu tabloya bakın.” mesajı da toplumun sürekli depresyonda ve korku halinde tutulmak istendiğinin ispatı niteliğindedir. ( 11 Ağustos'tan itibaren vaka sayısı düşürülmüş, ölüm sayısı ise artırılmaya başlanmış gibi bir tablo söz konusudur. )

* Virüs raporundaki “hasta sayısına” ilişkin bilgiler Temmuz 2021 itibarıyla kaldırılmıştır. Bu durum da varyantların bulaşıcılığının olduğunu ancak hastalığa sebebiyet verme yeteneğinin ve öldürücülüğünün az olduğunu ortaya koymaktadır. Coronavirus tablosu manipülasyon ve ajitasyon amaçlı kullanılmakta gibidir. Yayınlanan tablolardaki ölüm sayılarının zaten her yıl gerçekleşen Solunum Sistemi Hastalıkları kaynaklı ölümlerin günlük raporlanmasından ibaret olduğu izlenimi oluşmaktadır. Öte yandan raporlamalar oranlar bazında değil mutlak değerler bazında yapılmaktadır ki bu metod virüsün süreçteki etkinliğinin görülmesini engellemektedir. İstatistiki trend ve etkinlik analizlerinde daima oranlar baz alınmaktadır.

* TÜİK, her yıl Şubat veya Mart ayında yayımladığı Ölüm İstatistikleri Raporu’nun 2020 yılı güncellemesini hala yayımlamamıştır.

* Her yıl gerçekleşen Solunum Sistemi Hastalıkları kaynaklı ölümler COVID19 kaynaklı olarak mı diye kaydedilmektedir? Bu sorunun cevabı ancak ve ancak gerçek bilgileri içeren 2020 yılı Ölüm İstatistikleri Raporunun yayınlanmasıyla cevaplanabilecektir. ( Solunum Sistemi Hastalıkları kaynaklı ölüm sayısı 2019 yılında 57 bin, COVID19 kaynaklı ölüm sayısı ise 2020 yılında ve 26 Mart – 20 Eylül 2021 döneminde toplam olarak 61 bin olarak gerçekleşmiştir. )

* Mevcut günlük COVID19 tablosunda yer alan ölüm sayılarının dağılımsal analizi de bilinmemektedir. Bir başka deyişle ölüm sayısının kriterler ( yaş grubu, kan grubu, cinsiyet, kronik hastalık, alerji vb. ) bazında dağılımı da belirsizdir.

* Nüfusun yaklaşık %70'inin iki doz aşı yaptırmış olduğu bir ortamda günlük ölüm sayılarının, aşılanmanın olmadığı 2020 senesine göre 5 kat artmış* olması aşılamanın işlevsel olmadığını aksine güçlü varyant oluşumuna sebep olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca yetkili merciden yapılan aıklamada "Ölümlerin %90'ını "tam aşılı olmayan", %10'unu ise "tam aşılı olan"  kişilerin oluşturduğu" söylenmektedir. "Tam aşılı" kavramının ne olduğu ( 2 doz mu? 3 doz mu? ) açıklanmadığı gibi ölümlerin ne kadarını "aşısızların" oluşturduğu da bildirilmektedir. ( * Raporlanmakta olan ölüm sayıları tüm Solunum Sistemi Hastalıkları kaynaklı ölümleri temsil ediyor olabilir. Zira nezle, grip, zatürre vb. hastalıklar artık anılmamakta tüm solunum sistemi hastalıkları COVID19 olarak kaydedilmekte gibidir. PCR testlerinin de sanki pozitife ayarlanmış gibi çoğunlukla pozitif sonuç vermesi de dikkat çekmektedir. Öte yandan süreçte yetkilendirilmiş olan bilim kurulu üyeleri "COVID19'un gripten ayırt edilmesinin çok zor olduğu" yönünde beyanlar vermeye başlamışlardır. Bu beyanlar her gün yayınlanmakta olan coronavirus raporundaki verilerin geçerliliğini ortadan kaldırmaktadır. Zira iki farklı virüs ayrt edilemiyorsa "Coronavirus" başlığı altında her gün ölüm raporu yayınlanmasının da anlamı kalmamaktadır. )

* PCR test cihazlarının pozitif sonuca ayarlı gibi oldukları görülmekte ve güvenilir addedilmemektedir. Test sonuçlarının %50+ yanlış sonuç verdiği belirtilmektedir. Bir kişi, kısa süreli aralıklarla yapılan PCR testi sonucunda hem pozitif hem de negatif çıkabilmektedir. ( Kiviye test yapıldığında dahi pozitif sonuç alınabilmektedir. ) PCR ( Polymerase Chain Reaction ) tekniği esasen hastalık teşhisinde değil genetik hastalıklarda gen analizinde ve mirobiyolojide mikroorganizma araştırmalarında kullanılan bir tekniktir. Tekniğin esası kısa sürede çok miktarda DNA kopyalaması yapılabilmesine dayanmaktadır. PCR tekniğinin kâşifi olan Amerikalı biyokimyager Karry Mullis PCR tekniği ile virüsün tespitinin mümkün olmadığını sadece virüsün genetik sekansının tespit edilebileceğini belirtmiştir. Mullis 07.08.2019 tarihinde ( tam da pandemi öncesinde...kısmet! ), 74 yaşındayken evinde ölü bulunmuştur.

* Son dönemde "Yalancı negatif" diye bir test sonucu olduğu bildirilmiştir. Yani kişinin test sonucu negatif çıksa bile o kişi pozitif olabilirmiş. Bu durumda ortaya herkesin enfekte olduğu gibi bir sonuç çımaktadır ki bu da zaten sürü bağışıklığının kazanıldığını göstermektedir.

* Yoğun bakıma alınan hastaların gerçekten yoğun bakımlık olup olmadıkları bilinmemektedir. Yoksa ücretsiz olması öne sürülerek hastalar doğrudan yoğun bakıma mı sevkedilmektedirler? Yoğun bakım ortamının negatif psikolojik tesirleri dahi hastanın durumunun ciddileşmesine sebebiyet verebilmektedir. Ayrıca “Yoğun bakımdakilerin %90’ı tam aşılı olmayanlardır.” ifadesi de belirsiz bir ifadedir. “Tam aşı”dan neyin kastedildiği net değldir. Yoğun bakımda olan “aşısızların” sayısı verilmemekte, “tam aşılı olmayanlar” gibi bir ifade kullanılmaktadır. Yukarıda değinildiği üzere salgın süreci içinde yapılan aşılama nedeniyle vakalar artmış olabilir mi? Yani yoğun bakımdaki hastalar aşılandıkları için hasta olmuş olabilirler mi? Ayrıca yoğun bakımdakilerin hepsinin COVID19 hastası olup olmadığı da belirsizdir.

* Yoğun bakım hastası olmadığı fiziksel görünümünden ve ses tonundan belli olan ancak yoğun bakımda yatıyormuş numarası yapan ve “Aşı olun yoksa benim durumuma düşersiniz.” diyen bir kişinin videosunun bir sağlık yetkilisinin şahsi hesabından paylaşması da ilginç bir durum arzetmektedir.

* mRNA moleküllerinin hangi organdaki genlere tutunacağı belirsizdir. mRNA moleküllerinin immünite hücrelerini nasıl kodlayacağı da belirsizdir. Beyinde bulunan nöronlardaki reseptörlerin spike proteini COVID19 RNA’sının spike proteinine benzemektedir. mRNA moleküllerinin kodladığı immünite hücrelerinin reseptördeki hücreleri yoketmesi durumunda hafıza kaybı oluşabilecektir. mRNA moleküllerindeki spike protein formu insan hücrelerinde de bulunduğu için aşı, immünite hücrelerinin insanın kendi hücrelerine savaş açmasına sebep olabilir. Ayrıca mRNA, hücre çekirdeğinin içine girebilen bir RNA türüdür. ( Diğerleri tRNA ( Transporter RNA ) ve rRNA ( Ribosomal RNA ) ) mRNA kodunun başındaki “m” harfi “Messenger” ( Mesajcı ) kelimesini temsil etmekte olup, mRNA moekülünün genleri nasıl kodlayacağı da belirsizdir. Esasen bu cümleyi “mRNA molekülü vasıtasıyla hücreler istenilen şekilde kodlanabilir.” olarak da kurmak mümkündür. Zira ilgili aşı şirketinin temsilcisi “mRNA teknolojisi ile gelecekte, hasar görmüş organların gençleştirilmesinin mümkün olabileceğini” ifade etmiştir. Bu beyan bu bilginin ve teknolojinin şu anda hazır ve kullanımda olduğunun ispatı niteliğindedir.

* DSÖ sürekli korkutmak amaçlı beyanlarda bulunmaktadır. Örneğin “Pandemi aşı ile de bitmeyecek.”, “Yeni varyantlara Grek alfabesi harfleri yetmeyecek.” vb. Medya ise sürekli "korku" kelimesi içeren manşetler atmaya devam etmektedir. Vakalar azalırken manşet atılmamakta, vakalar artarken "Korkutan artış" diye manşet atılmaktadır. * İnsanlarda oluşan korku frekansı Cytokine Firtınası’na sebep olabilmektedir. Cytokine Fırtınası, aşırı sayıda immünite hücresinin herhangi bir organın genlerindeki hücrelere müdahalesi sonucunda ilgili organda bozulma ve hastalanma oluşmasına verilen isimdir. Yani korku duygusu, insanın kendi bağışıklık hücrelerinin kendi hücrelerine savaş açmasına sebep olmakta ve bunun sonucunda da hastalık veya ölüm gerçekleşebilmektedir.

* Tarihte hiçbir salgının aşılama yoluyla sonlanmadığı, salgınların sürü bağışıklığı ile sönümlendiği bilinen bir gerçektir.

* Zaten doğal sürecinde sönümlenme trendine girmiş olan salgın kapsamında azalan vakaların ve ölümlerin “aşılama” nedeniyle azaldığı yönünde yanıltıcı beyanlarda bulunulmuştur. Aksine mutasyonların ve varyantların sebebi salgın süreci içinde yapılan aşılamadır. Normalde 1-2 yıl gibi bir süre içinde virüsün etkinliği her mutasyonda azalır ve salgın son bulur. Ancak salgın esnasında yapılan aşılama virüsün direncini artırmasına ve güçlü varyantlar oluşturmasına sebep olmakta ve süreci uzatmaktadır. Ayrıca her gün ana akım medyada konuşan tıp otoritelerinin aşı dışındaki korunma çözümlerinden ( beslenme, vitaminler vb. ) hiç bahsetmemeleri de dikkat çekmektedir.

* Sürekli mutasyon geçiren virüsün aşısının olamayacağı, her aşı üretildiğinde birçok yeni varyantın ortaya çıkacağı, varyantların sebebinin salgın süreci içinde yapılan aşılama ve çoklu dozlu aşılama olduğu, varyantların aşılananların vücutlarında oluştuğu mRNA aşısının mucidi Dr. Robert Malone tarafından dile getirilmektedir. Ayrıca COVID19'un programlanabilir bir RNA virüsü olması da her mutasyon sonucunda daha farklı bir varyant oluşmasının sebebi olabilir. Zira aynı aileden ( H1N1 Influenza ) bir virüs olan İspanyol Gribi virüsü de mutasyon geçirmiş ancak her mutasyonda daha da zayıflamış ve salgın iki yıl içinde sonlanmıştı. Yani COVID19 esasen mRNA olabilir ve enfekte olmayanlar da aşı ile enfekte edilmekte olabilir.

* Doktorlar aşılanmayanlar için etik olmayan ( ahlaksızca ) ve yeminlerini bozacak şekilde beyanlar vermektedirler. Mesela kalp cerrahı olan BS isimli bir şahıs muhtemelen kendisine verilen talimat doğrultusunda "Ben aşı yaptırmam diyenler birer vatan hainidir. Onlara kız bile vermeyeceğiz. İnsan vücudunun dokunulmazlığı nedeniyle mecbur etme şansımız yok ama kurallar koyacağız, devlet dairelerine bile giremeyecekler, otobüse binemeyecekler.”, “Ben aşı olmak istemiyorum deme hakkı yok kimsenin. Herkes aşı olmak zorunda. Değil İstanbul, değil Türkiye, bütün dünyanın yüzde 70-80 oranında aşı olmazsa önümüzdeki 4-5 yıl korona pandemisi ile beraberiz. Virüs her yıl mutasyona uğrayacak. Her yıl aşı olacağız”, “Aşı olmayanlar ne olacak? Hani köpeklere aşınız var mı diye söylüyordu, şimdi artık insanlara sorulacak. Pasaport alamayacaklar, uçağa binemeyecekler, toplu taşımaya giremeyecekler. Aşı olmayanlara yaşama şansı verilmeyecek” ifadelerini kullanma cüretini gösterebilmiştir. İşi ve mesleki yemininin temeli insanları yaşatmak ve onlara yardım etmek olan bir şahsın bu ifadeleri kabul edilemez niteliktedir.

Öte yandan artık ana akım medyanın ekran doktoru halini almış MC isimli şahıs ise "DNA aşıları da faz çalışmalarında kullanılıyor. Ben hiç maymuna benzeyen, 3 kulaklı, 5 kulaklı insan görmedim. Siz gördünüz mü?” gibi tuhaf söylemlerde bulunabilmiştir. mRNA aşısının etkilerinin hemen ortaya çıkmayacağı, etkilerin ortaya çıkmasının en az 5-10 senelik bir zamanı kapsayacağı ve gelecek nesiller etkisi olacağı malumken bu ifadeler alaycı ve aşağılayıcı niteliktedir. ) Evvelce kapanmayı destekleyen bu şahıs dsha sonra "65 yaş ve üstünü eve kapatmak hataydı." minvalinde söylemde da bulunmuştur. Zira ilgili şahıs söylemlerini sürekli olarak değiştirmektedir.

Sağlık konusundaki üst yetkili 08.12.2020 tarihinde şu beyanatı vermiştir. "Türkiye bu kadar zavallı mı? Sonuçlarını bilmediğimiz aşıyı 83 milyona yapacağımızı mı düşünüyorsunuz? Türkiye bu kadar mı sorumsuz davranacak? Yurt dışında akredite olan Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumumuz (TİTCK) ve Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü laboratuvarı var. Hangi aşı olursa olsun, akredite olan, uluslararası boyutta tanınan laboratuvarlarımızda incelemelerimizi yapmadıkça (aşılara) ne ruhsat veririz, ne vatandaşımıza kullandırırız. Kim olursa olsun, BioNTech dahil. BioNTech, Faz 3 sonuçlarını tamamladı mı? Değil. Ne yaptı? Erken sonuçları açıkladı. Çin de erken sonuçları açıklamadıkça, biz bu sonuçları bilmedikçe, bizim Türkiye'deki sonuçlarımız ortaya çıkmadıkça, TİTCK ve Halk Sağlığı laboratuvarlarında incelemeler tamamlanmadıkça vatandaşımıza aşı yapılamaz. Biz testlerimizi yapmadıkça, dünyada test sonuçları açıklanmadıkça ruhsat vermeyiz. Ruhsat vermediğimizi ülkede kullandırmayız."

Ancak Faz 3 çalışması 2 yıllık bir süreç olup, şu anda yukarıdaki ifadelerin tam aksine olacak şekilde 83 milyon denek olmaya zorlanmaktadır. 

Aynı yetkili mRNA hakkında da şunları söylemiştir. "İnaktif aşılar en pahalı aşılardır. Bu aşılar geleneksel ve doğal aşılardır. Kısa, orta ve uzun vadeli sonuçlarını biliyoruz. Rus aşısı dahil, mRNA aşıları daha çok ve kolay üretilir. Küçük ortamlarda, yoğun üretilen, ucuz aşılardır. Dünya onun için buna yöneliyor. İnaktif aşı daha büyük ortamda üretiliyor. Hücreyi üretmek gerekir. Öbürü sentetik, yapay. Daha kolay, daha ucuz. İki Türk'ün başarısı ile övünüyoruz. İlk günden itibaren irtibattaydık. Türkiye'de Faz 3 çalışması için izin verdiğimiz iki aşı var. Biri, BioNTech. O arkadaşlar olmasa BioNTech'e vermezdik. Niye verdik? Vatandaştaki etkisini görerek, satın almak içinVatandaşıma, “Yüzde yüz güvenebilirsiniz. Ben de yaptırmak istiyorum” diyebileceğim bir aşı olma noktasında, daha emin değil dünya. Uzun vadeli bağışıklık sonuçlarını bilmiyoruzErken dönem başarı sonuçlarını dünya göremedi. Yalnızca AstraZeneca için değil, BioNTech için de söylüyorum. Bunlar ‘mRNA' aşısı. Yani, genetik yollarla elde edilen aşılar. Erken dönemde antikor ve hücresel bağışıklık geliştirme anlamında başarı ortaya koymuş olabilirler. Ama orta ve uzun vadeli sonuçlarını dünya bilmiyor. Çünkü salgında mRNA yöntemiyle ilk kez kullanılıyor. Esas, sonuçlarını dünyanın bildiği aşı, geleneksel ve klasik yöntemdeki ‘inaktif' dediğimiz aşıdır."

Sağlık yetkilisinin 09.12.2020 tarihinde aşı temini konusunda Çinli firmayla yapılan anlaşma hakkındaki şu ifadeleri de bilimsellikten ve gerçeklerden ne kadar uzak olunduğunun bir göstergesidir. “Beğenmezsek ödeme yapmayacağız bu aşıya. Bu şekilde aşı anlaşması yapabilmiş tek ülkeyiz. Siparişimizi verirken bunu anlaşmaya koyduk. Bizdeki sonuçlar yeterince etkin olmaz ise aşıları iade etme ve beş kuruş bile ödememe hakkımız var. Böyle bir anlaşmayı, herhangi bir aşı firması ile yapabilmiş başka ülke yok”

Bir "tek ülke olma" durumu var ise o da aşının niteliğini pazarlıktaki restleşme ile teyid etmeye çalışma konusunda "tek ülke olma" durumudur. 

Tüm toplumun denek olarak kullanılmakta olduğunun bir başka delili de AK isimli doktorun 09.08.2021 tarihinde sarfettiği, etik olmayan şu sözleridir. "Çocuklarda açıkçası birincisi riskimiz çok düşük. İkincisi, çocuklarda aşının uygulanması için öncelikle biz büyükleri denek olarak kullanıyoruz. Ben çocuk doktoruyum. Büyüklerde hiçbir şey olmadığını gördükten sonra, hiçbir sorun olmadığından emin olduktan sonra, bunlar yüzde 100 netleştikten sonra, o zaman biz 'çocuklarda da az sayıda bakıp görelim ondan sonra çocuklara aşı uygulayalım.' diyoruz."

Çocuklarda riskin düşük olduğu bilinmesine ve ifade edilmesine rağmen bugün tüm çocukların da ısrarla ve zorla aşılanmak istenmesi dikkat çekmektedir.

* Son dönemde kontrolsüz bir şekilde akın akın ülkeye giren, kamyonlarla şehir merkezlerine bırakılan ve toplam sayıları 7 milyona yaklaşan sığınmacıların aşılanma durumuna ilişkin bilgi verilmemektedir. Bu da bu kitlenin aşılanmadığını ortaya koyar niteliktedir.

* Aşılanmanın bir “vatandaşlık görevi” ve “vatandaşın sorumluluğu” olduğu belirtilmekte ancak ne aşı şirketleri, ne devlet, ne hastaneler, ne doktorlar hiç kimse bu konuda sorumluluk almamaktadır. Ancak vatandaşlar ısrarla aşıya zorlanmakta ve üstelik aşılama esnasında kendilerine “Aşı onam formu” yani kendi rızalarıyla aşılandıklarının belgesi olacak bir form zorla imzalatılmaktadır. mRNA enjeksiyonu ile ilgili Aşı Onam Formu'nun "Olası Yan Etkiler" başlığı altındaki 5. maddesinde şöyle yazmaktadır. "5- Aşının herhangi bir bileşeninin neden olduğu alerjik reaksiyonlar: kurdeşen, alerjik cilt döküntüleri ve anafilaktik şok ( aşırı alerjik reaksiyon sonucu boyun bölgesindeki dokulardaki ödem nedeniyle nefes yolunuzda kapanma dahil olmak üzere ölümcül bir alerjik reaksiyondur ) Bilinmiyor ( Mevcut verilerle tahmin edilemiyor )" Sonuç itibarıyla etkisi bilinmeyen bir kimyasal insanlara enjekte edilmektedir.

* Komünist rejimin hakim olduğu Küba’da mRNA yerine bağışıklık sistemini güçlendirici rekombinant ( subunit protein ) aşı yapılması da dikkat çekmektedir.

* Pandemi sürecinde pozitif test sonucu olanlara verilen ve günde 16 adet gibi bir sayıda kullandırılan Favipiravir isimli ilaç daha sonra kullanımdan kaldırılmıştır. Favipiravirin çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar ve erkekler, gut hastaları, karaciğer hastaları ve çocuklar tarafından kullanılmaması gerektiği ve ilacın yeni virüslerde denenmediği ilacın prospektüsünde yazmaktadır. Yanlış ilaç kullanımından kaynaklı ölümlerin olup olmadığı hususunda da bilgi mevcut değildir. 

* 2022 yılında artık aşının, sürekli mutasyona uğrayan virüs karşısında etkisini yitirdiği bildirilebilir ve tek nihai çözüm olarak çipleme gündeme getirilebilir. Tezin içeriği ise “çip ile virüsü çok önceden tespit etmek ve daha semptomlar dahi oluşmadan pasif hale getirmek mümkün” şeklinde olabilir. Aşı hakkında bilgisi olmamasına rağmen çevresindekileri aşıya zorlayan insan kitlesi da bu durumda "Yeter artık. Takın şu çipi de bitsin bu işkence." diyerek sürece rıza göstermesi de kuvvetle muhtemeldir.

* “Aşı karşıtlığı / Aşı karşıtları” gibi yaftalamalar da kasıtlı ve toplumu ayrıştırmaya, bölmeye yönelik olarak ortaya atılmıştır. Aşının bilimsel bir koruma tekniği olduğu ve faydası aşikardır. Ancak aşı konusunda çekinceleri olan kitle henüz aşı tanımlamasını dahi kazanmamış, fazları tamamlanmamış ( 4 faz vardır ki fazların tamamlanması 6 yıllık bir süreci kapsar. ) test aşamasındaki gen terapi kimyasal materyellerinin ( moleküllerinin ) insanlar üzerinde denenmesine, insanların kobay olarak kullanılmasına ve bu süreçte aşının ısrarla dayatılmasına, insanların zorlanmasına tepki göstermektedirler. Şayet ortada bir karşıtlık varsa bu sadece “Aşı dayatmasına, zorlamasına karşıtlıktır.”

* Faz 0'ın yani hayvanlar üzerinde deney fazının tamamlanması dahi en az 1 yıllık bir süreçtir. Pandemi ilan tarihinden ( 11.03.2021 ) bugüne ( 18.09.2021 ) sadece 1.5 yıl geçmiştir. Faz 1'de ise aşı adayı kimyasal materyelin ( moleküllerin ) insanlara zararı olup olmadığı 1-2 yıllık süreçte test edilir. Faz 2'de doz ayarı yapılır ki bu süreç de 1-2 yıl sürer. Faz 3 gönüllüler üzerinde plasebo kontrolü ( bazı deneklere tam molekül, bazı deneklere boş molekül enjekte edilir. ) dahil olarak yapılır. Faz 3 en az 2 yıllık bir süreçtir. Kimyasal moleküller Faz 3'ün başarıyla tamamlanması sonrasında aşı niteliği kazanır ve ruhsatlandırılır. Bu fazlar atlanarak hızla küresel aşılamaya geçilmesi kimyasal moleküllerin yeni bulunmadığını, zaten stoklarda bekletilmekte olduğunu ve pandemi planın uygulamaya konmasıyla birlikte sanki yeni bulunmuş gibi iletişim yapıldığını ortaya koymaktadır.

* "Acil Kullanım Onayı" kapsamında aşı olarak kullanıma sokulan kimyasallar esasen aşı adayı niteliğindedirler. Zira bu kimyasalların fazları tamamlanmamış olup, Faz 3 insanlar denek olarak kullanılmak suretiyle tamamlanmaya çalışılmaktadır. Acil Kullanım Onayı, virüsün / hastalığın mevcutta tedavisinin olmaması halinde verilmektedir. Oysa Coronavirus'ü yokedebilen ilaçlar mevcuttur. Bunlardan biri "Ivermectin", diğeri de sıtma ilacı olan "Hidroksiklorikin"'dir. Ayrıca C ve D vitamini desteği de bağışıklık sistemini güçlendirmekte ve virüse karşı koruma sağlamaktadır.

* Ölüm oranı ( ölüm sayısı / vaka sayısı ) %1 seviyelerinde olan bir virüs vakası durumunda çocuklara ( çocuklarda ölüm oranı yüzbindebir ) ve hamile kadınlara dahi denek ( kobay ) muamelesi yaparak, etkileri ve sonuçları konusunda yeterli bilgiye sahip olunmayan, aşı niteliğinde dahi olmayan bir kimyasal materyeli enjekte etmek en basit ifadeyle mesleki yemin ile de bağdaşmamaktadır.

* Ölüm sayılarına ilişkin 2021 ve 2020 yılları dönemsel ( 19 Ağustos - 17 Eylül ) karşılaştırması yayımlanmış ve ölümler 5.7 kart arttı denmiştir. Nezle, grip, tüberküloz vb. tüm solunum sistemi hastalıkları kaynaklı ölümlerin COVID19 kaynaklı olarak kayda geçirilmesi durumunda tablonun öyle görüneceği aşikardır. TÜİK'in 2020 yılı Ölum İstatistikleri Raporu hala yayımlanmamıştır. Ve günlük COVID19 tablosunda "Hasta Sayısı" kriteri de Temmuz 2021 itibarıyla kaldırılmıştır.

* 2009 yılındaki Domuz Gribi salgınında gündeme gelen aşı nedeniyle 28 kişi ölünce aşılama durdurulmuştur. Ancak bugün sadece Amerika'da aşıya bağlı 14,500+ ölüm vakası gerçekleşmesine rağmen adeta bir aşı çılgınlığı yaşanmaktadır.

* FDA ( Food and Drug Administration / Gıda ve İlaç Yönetimi ) raporunda aşının ölüme, hamilelik ve doğum problemine, çocuklarda Multisystem Inflammatory Syndrome'a, aşıya bağlı hastalıklara, anaflaksiye ( hemen müdahale edilmezse ölüme sebebiyet veren alerjik reaksiyon ), miyokardite ( kalp kası iltihabı ( en çok 10 yaşındaki çocuklarda ) sebep olabildiği belirtilmektedir.

* Aşılama operasyonu genç, çocuk, yaşlı, hamile vb. gözetilmeksizin ve en önemlisi kişilerin antikor seviyelerine bakılmaksızın yapılmaktadır. Eğer bir kişinin vücudu yeterli sayıda antikor üretmişse o kişinin aşılanmasına gerek yoktur. 45 yaş altındakilerde ölüm oranı onbindebir seviyelerinde ve çocuklarda yüzbindebir seviyesindeyken özellikle çocukların aşılanmasında ısrar edilmesi büyük bir sorundur. Sürekli medyada beyanlarda bulunan profesör ünvanlı şahıs "Çocukların koruma amaçlı değil toplumda sürü bağışıklığının oluşması için aşılandıklarını" söyleyebilmiştir. Çocuklar zaten yüksek antikor üreterek bunu sağlamakta olup, aşı bir gereklilik değildir.

* mRNA moleküllerindeki spike proteinler rahimdeki bebeğin gelişimi için önem arzeden Sinsitin proteinine benzemektedirler. Bu benzerlik kısırlık sorununa ve şekli bozuk bebek doğumlarına vasıta olma potansiyeli taşımaktadır.

* SÜ isimli bir bilim kurulu üyesi antikor seviyesinin yüksek olduğu gerekçesiyle aşı olmadığını beyan etmiştir. O halde diğer insanlara neden böyle bir hak verilmemekte ve yarım saatlik bir antikor testi yapmak yerine alelacele kitleler aşılanmak istenmektedir.

* İnsanlara imzalattırılan mRNA aşısı onam formunda şu ifadeler yer almaktadır. "Aşının herhangi bir bileşeninin neden olduğu alerjik reaksiyonlar: kurdeşen, alerjik cilt döküntüleri ve anafilaktik şok ( aşırı alerjik reaksiyon sonucu boyun bölgesindeki dokulardaki ödem nedeniyle nefes yolunuzda kapanma dahil olmak üzere ölümcül bir alerjik reaksiyondur ) Bilinmiyor ( Mevcut verilerle tahmin edilemiyor )"

 TTB, 29.06.2021 tarihinde "Aşı tereddütünü artırıyor." gerekçesiyle "Aşı Onam Formu" metninde değişiklik talep etmiştir. Formdan çıkartılmasını istedikleri ifadeler şöyledir;

"Aşının uzun süreli etkilerinin ve verimliliğinin şu an bilinmemesi"

"Aşının henüz bilinmeyen olumsuz etkilerinin olabileceği"

"Salgın koşulları altında kişinin tamamen kendi istemesi halinde uygulanacağı"

"Maddi ve manevi zararlarda üretici firmanın sorumlu olmayacağı"

"Aşının Acil Kullanım Onayı ile kullanıldığı"

"Sorumluluğun bireylere ait olduğu"

Bu hususlar zaten aklı selim bir insanın tereddüt etmesini gerektirecek hususlardır.

* Bazı tıp çevreleri mRNA teknolojisinin otuz yıldır “toplu aşılamada” kullanıldığını ifade etmektedirler. Şayet bu ifade Afrika'daki yerlilerin kobay olarak kullanıldıkları deneyleri kastetmiyorsa mRNA teknolojisi ilk defa pandemi kapsamında kitlesel aşılamada kullanılmaktadır.

* Hibrid aşılamanın ( inaktif + mRNA ) sakıncalı olduğu DSÖ tarafından belirtilmesine rağmen bu uygulamayı yapan tek ülke Turkiye'dir.

* DSÖ pandeminin aşılama ile sonlanmayacağını, nüfusunun %80'ini aşılayan ülkelerde dahi vakaların durmadığını bildirmiştir. Bu durum aşının, bir çözüm olmadığını ve hatta mutasyona ve güçlü varyant oluşumuna sebep olan yegâne sebep olduğunu ortaya koymaktadır.

* İnsanlara her şeyi para karşılığı satmayı ilke edinmiş küreselcilerin mRNA aşısını ısrarla ve ücretsiz olarak yapma çabaları da ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur.

Sonuç olarak;

Enjekte edilen mRNA molekülleri zamanla hem insanın bağışıklık sisteminin zayıflamasına hem de etkin virüs varyantlarının insan vücudunda gelişmesine sebebiyet verecektir. Zira virüsler zaten RNA molekülleri olup, mRNA da esasen programlanmış / kodlanmış virüs niteliğindedir. Dolayısıyla, mRNA ile transfeksiyonun kaşifi virolog Robert Malone'un ve HIV virüsünün kaşifi virolog Luc Montagnier'nin belirttiği gibi, "Virüs & Aşı ( mRNA )" ikilisi sadece etkin virüs varyantlarının oluşturulmasına vasıta olan bir kısır döngüdür. DSÖ'nün "Aşı yeterli olmayacak, yeni virüsler gelecek." minvalindeki açıklamalarının sebebi de mRNA enjeksiyonu vasıtasıyla virüsün insan vücudunda etkin varyantlar oluşturmasının sağlanmasıdır. Pandeminin başında sarfedilen "Virüsün kaynağı yarasalardır." şeklindeki uyduruk söylem şimdi yerini gerçek olan "Virüsün kaynağı insandır." söylemine bırakmaktadır. Zamanla bağışıklık sistemi zayıflamış olan insanların mRNA enjeksiyonu olmadan yaşayamaz hale gelmeleri planlanmaktadır. Bunun bir adım ötesi ise "mRNA'nın yetersiz kaldığı" söylemine istinaden "Çipleme" yapılması gerekliliği olacaktır. "Çipleme" ile virüslerin hastalanma öncesinde tespit edilebileceği, hastalanma durumunda ise iyileşme sağlanabileceği ve hayat kurtarılabileceği söylenecektir. Böylelikle mRNA ve çip kıskacına girmiş olan insanların dijital teknolojiye tam bağımlı köleler haline getirilmeleri planlanmaktadır. Bu da zaten özü tam tahakküme dayalı totaliter Yeni Dünya Düzeni'nin nihai hedefidir. 

Ayrıca bkz. "Coronavirus, Aşı, 11 ve 666" ve "Aşı meselesi", "Aşının kaynak kodu ve yine 11 nümerolojisi" ve "mRNA ve Uracil enzimi" başlıklı bölümler.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder