6 Ağustos 2020 Perşembe

Demokrasi hipnozu...

"Demokrasi" kelimesi "Demo" ( Halk ) ve "Krasi" ( Güç, Egemenlik ) kelimelerinden oluşmakta olup, "Halkın Egemenliği" anlamına gelmektedir. Bu kavram halkın kendi kendini yönettiği, diktatörlük, sömürü ve istismar sisteminin olmadığı, halk arasında eşitliğin, adaletin ve özgürlüğün hakim olduğu bir sistemi tanımlamaktadır.

Ancak insanlık, asırlardır "demokrasi hipnozuna" maruz bırakılmış olup, halkın kendi kendini yönettiği algısı oluşturan ve "partili sistem" olarak anılan tuzak vasıtasıyla bir kısır döngünün içine hapsedilmiştr. Zira gerçek anlamda yürürlükte olan tek sistem "demokrasi maskesi altındaki tahakküm ve diktatörlük sistemi"dir.

Şirket sahibi küreselci elit ailelerin ülkeler için kurguladıkları çok partili demokratik! yönetim sistemi, aslında talimatları kendilerinden veya temsilcilerinden alan ve tek bir şirket gibi faaliyet gösteren "iktidar ve muhalefet" ikilisinden oluşmaktadır. Bu çerçevede, siyasi arenada görünen tüm siyasiler aslında küreselcilerin belirledikleri görevlilerdir. Diğer bir deyişle, iktidara kim gelirse gelsin küresel agendayı yürütmek durumundadır. İnsanlar şöyle bir durup düşünecek olurlarsa siyasilerin hiçbirini kendilerinin seçmediklerini, sadece kendilerine sunulan alternatifler içinden birini seçmeye ve desteklemeye mecbur bırakıldıklarını ve ortada demokrasi diye bir olgunun olmadığını idrak edeceklerdir.

Bu aldatma düzenini ortadan kaldırmanın tek yolu, dünya insanlarının kolektif bilinç ile gerçekleştirecekleri kitlesel harekettir. Ancak bu hareket fiziki tepkisel aksiyonlar, saldırgan yaklaşımlar ve protesto eylemleri şeklinde tezahür etmemelidir. İnsanların günlük yaşantıları içinde karşılaştıkları adaletsiz, haksız ve zalimce olan her türlü duruma "Hayır." demeleri yeterli olacak ve bu şeytani sistem çok kısa bir sürede ortadan kalkacaktır. Zaten bu şeytani düzenin süregelmesinin tek sebebi de insanların sürekli olarak dış tesirler vasıtasıyla bölünmeye maruz kalmalarıdır.

İnsanlar, piramidal ve hiyerarşik bir yapıda süregelen "telkin - kabul" kısır döngüsünü kırıp, sistemin istediğinin aksine birbirlerinin polisi, ispiyoncusu, düşmanı olmayı bırakıp zaten açık ve net olan ortak hedefte birleştiklerinde sorun zaten çözülmüş olacaktır. Nedir o ortak hedef? Adil, eşit, özgür, saygılı, mutlu ve huzurlu bir sosyal ortamın tesisidir. Böyle bir hedef için başta bir sözde lider olmasına gerek var mıdır? Allahü Teala, Kur'an ayetlerinde bu hedefi zaten net olarak ortaya koymuş, şeytanların tuzağına düşmemeleri için insanların birlik olmalarını öğütlemiştir.

2/208 - Ya eyyühellezine amenüdhulu fis silmi KAFFEH ve la tettebiu hutuvatüş şeytan innehu leküm adüvvün mübin

( Ey o inananlar, hepiniz TOPLUCA barışın içine girin. Şeytanın adımlarına tabi olmayın. Kesinlikle o sizlere apaçık düşmandır. )

Yani huzur ve mutluluğa açılan kapının önündeki tek engel yine insanın kendisidir. İnsanlar birilerini yönetici, kurtarıcı, lider hatta ilah addedip kendilerini ve hayatlarını onlara teslim etmeyi bırakıp ortak vicdani değerlerde buluşmalı ve gerçek demokrasiyi tesis etmelidirler. Tabi bunun için ön koşul nefsaniyetten, dünyevi menfaat ihtirasından ve tahakküm saplantısından arınmış bir insan topluluğunun tezahürüdür. İşte içinde bulunduğumuz bu döngü sonu süreci ( Yevmel Kıyameh / Ayağa Kalkış Günü ) böyle bir toplumun oluşumuna vesile olacaktır. Bu husus Al'i İmran suresinin 64. ayetinde bildirilmektedir.

3/64 - Kul ya ehlel kitabi tealev ila kelimetin sevain beynena ve beyneküm en la na'büde illellahe ve la nüşrike bihı şey'en ve la yettehıze ba'duna ba'dan erbaben min dunillah fe in tevellev fe kul üşhedu bi enna müslimun

( De ki: "Ey kitap sahipleri, bizim ve sizin aranızda aynı, eşit olan kelimeye geliniz. Ancak Allah’a kulluk edelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Bazılarımız bazılarını Allah’tan başka Rabler edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse, şahit olarak kesinlikle biz teslim olanlarız deyin." )























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder